Bu aralar hayat biraz karışık.
İkilemlerde sürüklenmek yerine, silahı mantığımın ellerine bıraktım. Kalp, bireye daha kolay ihanet ediyor zira. Verdiğim kararlardan her zaman pişman oldum, ama pişmanlığı göze alıyorum. Çünkü bu kadar yorulmayı kabullenemiyorum. Sık sık keyifsiz olmaktansa, uzun bir dönem keyifsiz olur, sonrasında alışırım. Zira insan, alışan hayvandır. İnsan unutur, alışır, kabullenir, ayak uydurur. İnsanoğlu annesinin vefatından yedi ay sonra, bir barda arkadaşlarıyla kahkaha atabiliyor. Kocasını başka bir kadınla yakaladıktan elli gün sonra, fazla kilolarını dünyadaki tek derdi ilan edebiliyor. Ben bunu, saygıyla karşılıyorum. Yoksa ayakta duramazdık. Yoksa ilk durakta kalır, yol alamazdık. Bir müddet saçmalamayı planlıyorum. Lüzumsuz bir hayat sürüp, kendimi yazınsal bir kariyer, kpss, okul ve önemsiz insan ilişkileri ile oyalamayı düşünüyorum. Çünkü bazı şeyleri göze alamayacak kadar korkağım ve er ya da geç bir şeylerin geçtiğini biliyorum. İnsanlar anlamayı o kadar zor buluyorlar ki, kolaya kaçıp hakaretler yağdırmayı, yargılamayı tercih ediyorlar. O insanları da seviyorum. Zira anlaşılmak, gelecek hedeflerim arasında mevcut değil şu sıralar. Anne şefkatine sığınıyorum. Ardından İstanbul'da kendimi sınırlarını belirlediğim bir çokgenin merkez noktası ilan edeceğim. Zira insanım, mutsuzum, kızgınım. Ama 173 gün sonra, saç modelimden ve evimin duvarlarının renginden başka bir sorunum olmayacak, inanıyorum. İnanmak istiyorum.
Anita
18.11.2010
Edirne
11 yorum:
Hayat; bazen insanı zorlamalı, bazen güldürüp bazen ağlatmalı...Kendimizle mi yoksa hayatla mı yarışıyoruz pek emin değilim ama yaşadığımız bu süre içinde belli tecrübeler edinmişizdir hayatın zorluklarına dair.Bazen önümüze engel koymalı hayat,bizi boşluğa sürüklemeli,sürüklemeli ki kendimize gelelim,daha sıkı tutunalım hayata.Her zaman bunu yapabilecek kadar güçlü olamayabiliriz...İşte bu güçlü olamadığımız zamanlarda hayattan edindiğimiz tecrübelere başvururuz.Onlar bizi yönlendirir,onlar acımızı azaltıp bizi güçlendirir...
Hayatta ne kadar az şeye önem verirsen, o kadar mutlu oluyorsun.
Doğru ama gün geçtikçe duyarsızlaşıyor insan, önem verdiği şeyleri azalttıkça daha gamsız oluyor.
Orası öyle, ama gamsızlık sanıldığı kadar kötü bir şey olmayabilir de.
Bence değil zaten.Yani uzun zaman önce bu şekilde düşünmeyen biriydim ama işte dediğim gibi hayatın bize yaptığı ufak cilvelerden ötürü zamanla bu hale gelebiliyor insan ki herkese de tavsiye ederim (:
Zaman garip bir şey. Ama aşk da tam bir orospu çocuğu. Bense idare ediyorum.
İnsan aşktan vazgeçmeli bence.Ama şöyle de bir durum var:gözlemlediğim kadarıyla aşk,sigara gibi birşey.bırakmak istiyorsun ,zararlı olduğunu biliyorsun ama bırakamıyorsun.sigarayı bıraktım derler ya ,yalandır o ,bırakamazlar.sigaraya ara verilir, bırakılmaz ! aşkta böyle birşey olsa gerek.ara verirsin ama bırakamazsın
Hayatta herhangi bir şeye değer vermediğin sürece, bekleyecek, uğruna yaşayacak ya da çalışacak bir şeyin olmaz. Temelsiz bir yaşam olmakta bunun adı. Belirli bir noktaya kadar umursamazlık ve değer vermeme mutluluk getirebilir, ama uzun vâdede sıkıntı olur, mutsuzluk ve sıkıntı getirir. Tıpkı para basma gibi, belirli bir süre rahatlarsın, bir noktadan sonra enflasyonla boğuşursun.
NOT: İktisatçı değilim.
Seçici olmak ve sunulan değeri olabildiğince sağlıklı seviyede tutmak mühim.
Kesinlikle. Söylemek istediğim bu zaten. İktisattan girdim mâdem, oradan devam edeyim. Değer vermek, yatırım gibi bir şeydir, çünkü karşılıksız hiçbir şey yoktur. Değer verirsiniz, yani yatırım yaparsınız, karşılığını beklersiniz, yani kâr etmek istersiniz. İnsan ilişkilerinde bu ortaklık oluyor, birlikte işe girmek gibi bir şey. Eğer ki çabuk sıkılıp, kararları çabuk değiştiriyorsanız, kısa süreli bir mutluluğa sâhip olabilirsiniz. Fakat, ilerleyen yıllarda sizi yalnız, sıkıcı ve mutsuz bir hayat, daha muhtemel kuvvette bir ölüm bekler.
Kontrol dediğimiz olay çok mühim. Kararların %90'ı, beyin tarafından tarafsız ve bir şeyin etkisi altında kalınmadan alınır. Kalan %10'luk kısım, çok yoğun acı, üzüntü, sevgi ya da aşk altında alınır ki çoğu mantıklı ve sağlıklı kararlar değildir, uzun vadede özellikle. %90'lık kısımda mümkün olduğunca asgarî hata yapmak lâzım ki; kontrolün kaybolduğu %10'luk kısımdaki zarar en düşük seviyeye insin.
Matrix Reloaded filminde, Agent Smith ve klonlarının söylediği gibi:
It is purpose that created us.
Purpose that connects us.
Purpose that pulls us.
That guides us.
That drives us.
It is purpose that defines us.
Purpose that binds us.
Amaç, çok mühim. Altından kalkarsın sen sani.
Yorumu okurken fark ettim. "Sen misin blogdaki yorumların sahibi?" diye sana soracaktım. Sonuna gelince "Sani"yi gördüm emin oldum.
Doğru dedin balım. Ben her şeyin altından kalkarım. ^^
Yorum Gönder