19 Kasım 2010 Cuma

Domuz Balığı


Bu bir domuz balığı.
Akçay'da bi' akvaryumda yaşıyor. Akvaryum çok pis. 1 lira karşılığında girip diğer balıklarla beraber onu da görebiliyorsun. 
Camdaki yansımalar bana ve ona ait. O zamanlar mutluyuz. Ve hep öyle olacağımızı sanıyoruz.


...

Hayatımda ilk domuz balığı görüşüm. Kafamı akvaryuma iyice sokup izliyorum. Balık değil, bambaşka bir şey. Kocaman dudakları var ve dişlerinin arasında bir yosun dalgalanıyor. Ne yöne gitsem o yöne geliyor. Dudaklarımızı akvaryuma yanaştırdığımız an bizi taklit edip aynısını yapıyor. Öpüşüyoruz pis camın köprülüğüyle. Memeli olduğunu biliyorum. Ama bu denli insancıl olmasına şaşırıyorum. Balık değil, köpek sanki.

O gün uyandığımız gibi motora atlayıp Akçay'a gittik. Önce balıklarla ilgilendik, sonra sıkılıp Akçay sokaklarında dolaştık. Berbat birer sosisli yiyip, harikulade portakal suları içtik. Biraz daha dolaşıp, küçük bir çocuğun kendisini cennete hissetmesine sebep olacak güzellikte dondurmalarla devam ettik yola. Hep el eleydik. Ve bir ömür boyu böyle olacağını zannettik. Olamadık.

Bir şeyler değişiyor. Bir şeyler yoruyor. Kavga ediyorsun. Ne bileyim, anlaşmazlıklar oluyor. Hep sarılıyorsunuz da ama çünkü aşk güzel bir şey. Ama bilemiyorsun da. Bir ömür böyle geçer hissinin verdiği keyif, ancak her uzak kalışta patlak veren ayrılıklar. Ben ayrılıkları sevmiyorum. Sıkça ve lüzumsuz ayrılıklarla bir aşkı sürdürmektense, bir kez mutsuz olmayı tercih ediyorum. O bunu anlamıyor. O duygusuz olduğumu zannediyor. Yalanlar söylediğimi ve başka şeyler peşinde olduğumu. Her şeyin yalan olduğunu. Beni kocaman bir yalan zannediyor o. İlk kez bu denli yalansızım, göremiyor. 

Ben diyorum ki, insan güzel anıların üzerini çizmemeli. Korumalı. Değer verdiği biriyle bir şeyler yön değiştirmişse, bunu çirkinliklere yormamalı. Sessiz sakin olmalı her şey. Çünkü, bunu yakalamak zor.

Ben diyorum ki mesela, mutsuz olduğumda bana omzunu verdin. Evinin yarısını benim ilan ettin. Balık tuttuk beraber. Dövme yaptık. Rakı içtik. Bira içtik. Vodka içtik. Tüfekleri kapıp atış yapmaya gittik. Tekneye kaçıp gün batımını izledik. Konsere gidip birbirimizi ne denli sevdiğimizi hissettik. Güzel sofralarda güzel yemekler yedik. Alışveriş yaptık çılgınca. Karakollara taşındık. Yağmurda ıslandık. Denizde tek vücut olduk. Sülüne çıkarmaya çalıştık ama ben hiç beceremedim. Attığım oltayı sörf kaptı götürdü. Sana yazılar yazdım. Sana yazılar yazdım ve sen onları sevdin. Dört kedi yavrusuna anne babalık yaptık. Şer vardı sonra, gayrı resmi köpeğimiz. Motorun peşinde koşturup eve kadar bizimle gelen. Hasta oldum ve bana çorba yaptın. Film izledik. Beni Mary'e benzettin. Seni Mary'nin Max'i sevdiği gibi sevdim. Sessiz sinema oynadık. Tabu oynadık. Esnaf lokantalarında çorba içtik. İskele'de rakı sofrasında aşkı paylaştık. Eniştenin Yeri'nde hani. Ateş yaktık. Motordan düştük. Güldük. Her yeri anılarla doldurduk, yemek masasını bile. Ama.

Ama'ları sevmiyorum. Ayrılıkları sevmediğim gibi. Ama, ayrıldık. Bunu defalarca yaşamak istemediğimden tüm reddedişlerim. Çünkü ben onun gibi değilim. Olamam da. Aradaki on beş yaş ve yüzlerce karakteristik farklılık.  O, bana düşman olabiliyor. Ben sadece üzülüyorum. Böyle olması gerekmezdi. Yine de...

Bu bir domuz balığı. Fotoğrafı çektiğimde onunlaydım. Bu domuz balığını ilk ve son görüşümdü. Ama bilmiyordum. Yanında geçen son günümün, ömür boyunca son görüşüm olacağını bilmediğim gibi. Domuz balıklarını seviyorum. Ayrılıkları sevmiyorum.O bunları umursamıyor. 

Üzülüyorum.





Anita
19.11.2010
05.36
Edirne






Hiç yorum yok: