25 Nisan 2011 Pazartesi

bir bağlaç olarak 've', 110 & bir avuç sarhoş saçmalaması aldım sana sevgilim






Çünkü bir şey veremiyorsan, en azından bir seçim yapmak zorundasın.


Ne garip. Sarhoş ve mutsuzken, yani en çaresiz, en yorgun, en yetersiz anımda, omzumdaki koluna güvenebiliyorum. Gözümü kapatsam da düşmem, biliyorum. Ancak bu arnavut kaldırımlarıyla kaplı yolda, titreyerek dayarken sırtımı sana önümü görmeden, bunu hayata uygulayamıyorum. Orada gözüm kapalı yürüyebilirim diyemiyorum. Soyut şeyler, somut olanlardan çok daha zor genellikle. Git demek, gitmeni istemekten daha kolay. Öpmek, sevmekten. Yazmak bile kolay üzülmekten, ne garip. Ve tüm bunların yanı sıra hava soğuk. Tüm bunların yanı sıra dişlerin birbirine çarpıyor. Tüm bunların yanı sıra midem bulanıyor. Bana sarıldığında, tenim acıyor. Çünkü sen, kendi gerçeğinle çelişiyorsun. Ve ben, ilk kez açmışken avuçlarımı sana, ilk kez böyle bakarken, yine hiç ve yine bomboş ellerim. Bana bunu anlatamazsın. Yüzeyine dokunabildiğim, kıvrımlarını görebildiğim her şeyi anlayabiliyorum. Ellerimi açıp bakıyorum ki, bomboş. Avucuma bir çakıl taşı bile bırakmamışsın. Bir pembe yalan ya da bir yara izi bile yok ellerimde. Kaçsan da yalan söyleyemediğin için sevinirken ben, yollar kısalmış. Bulantım artmış. Otomatik döner bıçakları çıkmış ve sokaklarda Che afişleri. Ve titreyen dişlerin. Ve içime işleyen soğuk. Ve öpme beni! Ben bu yüzden gelmedim. Ben bu yüzden gitmiyorum. Öpücükler neye iyi gelir? Ve nasıl çalabildin anlamını tüm sevişmelerin? Bazı arzular, küfüre dönüşüyor zamanla ve bazı hediyeler bir tokat gibi çarpıyor insanın yüzüne. Ben, yüzüne dokunduğumda teninde papatyalar açsın istemiştim. Sadece bu. Bahaneler doğum sancısına benziyor sevgilim ve kaybedecek bir şey kalmadığında kaygılar kayboluyor. Bazı kadınlar, bazı masaların altından bazı erkeklerin bacaklarını okşuyorlar. Bazı erkekler hiçbir zaman anlamıyorlar. Ben radikal kararlarım ve çizdiğim çizgilerle iyiyim, teşekkür ederim. Masanın üzerinde bir kül tablası gibi duran aşkımıza olsa olsa bir izmarit daha eklerim. Bu bile fazla, değil mi? Çünkü sen hep beni düşün. Çünkü beni düşündüğünü söyleyemek her şeyi hafifletebilir ve sen bir tas süte sokup çıkarılmış ak bir kaşığa dönüşürsün bu yolla belki, kim bilir? Tek bildiğim aptalın teki olduğum ve otobüsü kaçırdığmız ve artık sana daha fazla bir şey veremeyeceğim ve tüm bunların çok saçma olduğu. Sebep olduğun göz yaşlarını silemezsin. Eğer yazdığım her satırı okusaydın, bir zamanlar "Bir kez de elinizde siktiğimin 404'ü, suratınızda "E onarırım?" ifadesi ile dikilmeyin karşıma..." gibi bir şeyler yazdığımı bilirdin. O yüzden bırak da ıslak kalsın. Bırak da ben kendim halledeyim. Bırak da bir de bu şekilde anlatmayı deneyeyim. Ama sen, beni düşünmüyorsun. "Sen gidersen, çok mutlu olacağım." diyemediğim için üzgünüm. Biraz olsun dürüstlüğe ihtiyacım var çünkü. Elbette ki bok gibi olacağım. Elbette ki acıyacak. Elbette ki eksilecek saçlarım ve birkaç çizik, gölgelensin diye. Ama bunları duyarsan, mutlu olmazsın. Çünkü bencilsin. Sanıyorsun ki senin için. Ama hayır. Bu benim. Ve senin tek bir tekme daha atmana izin vermeyeceğim. Annem, düşüp kendimi yaraladığımda bana lunaparklardan söz ederdi ve bahçede uçan kelebeği gösterirdi. Bu, annemin beş yaşındaki kızına "Düşünme, geçer.." deme şekliydi. Ben sadece bu kadarını yapabiliyorum. Şimdilik bahçede uçan kelebeklere ihtiyacım yok. Zira ben acıyı bile taşıyabilirim. Ancak gerekirse, en yakın lunaparka gidip bir atlıkarıncaya da binebilirim. Geçmesini istersem, bir yolunu bulurum. Çünkü daima, birimiz daha iyi olmak zorunda. Çünkü şu an Gary'nin de dediği gibi "It's a very, very mad world.." Ve ben, senin dünyana olsa olsa bir rüya kadar yakışabiliyorum. Romantik bir şarkı ya da birkaç dize kadar. Sonraysa hayatın gerçekleri geliyor. Ve fakat. Sen yanlışsın, ben doğruyum.Onaya ihtiyacım yok. Bazı satırları, imzamdan bile daha büyük harflerle yazabiliyorum. Ne güzel. Bir otobüsün bir koltuğunda, küçük bir deftere yamuk yumuk yazdığım bu satırlar, beni hiçbir yere götürmeyecek. Her karşıdan karşıya geçişimde elimi tutmanı beklemek aptallık olur zaten. Sana bir sözlük hediye etmek isterdim, her satırını ellerimle yazdığım. Çünkü sen, bazı kelimelerin içinde boğulup gitmişsin sevgilim. "Love is a bird, she needs to fly" derken o güzel ses kulaklarımda, ben ne tarafa uçacağıma hala karar verebilmiş değilim. Ama sen birçok şeyin cevabıydın, bu ne korkunç bir ihanet söyle bana. Ki bence, yırtıp atacak olduktan sonra yazmanın hiçbir anlamı yok. Hayat zaten nöbetleşe bir eğlenceden ibaret. Herkes birbirinin hayallerine vuruyor ve skor asla sıfırlanmıyor. Ben sorular soruyorum. Ama hayır, zira "Don't speak, I know what you're thinking. I don't need your reasons. Don't tell me 'cause it hurts.." Keşke kötü olduğunu düşünebilseydim. Bu biraz yardım ederdi. Ama soğuk gerçek sadece. Ama sadece şarkılar ve biraz olsun ağlamanın yarattığı rahatlık gerçek. Halbuki senin sürekli renk değiştiren bir derin var ve üzgünüm sevgilim, kabuğun üzerine tam oturmamış, pot duruyor ve benim kafam açılıyor yolun üçte ikisini ardımda bırakmışken. Bu kötü. Yanımda "Bah senin vohalin de çoh kötüydü, ben hiç bas da duymadım, ama davul çoh süperdi!" diyen biri oturuyor. Üç deri ceket, üç uzun saçlı kafa ve altı tane sürmeli göz ile 'bir şey' olabileceklerine inanmışlar. Küçümsemiyorum. Zira olumlu bir inanç taşıyamıyorum. Sürmeli bir çift göz kadar küçük bir güven kaynağım bile yok. Keşke ellerin bu kadar sıcak olmasaydı. Keşke her duygunun, karşı cephede bir karşılığı olsaydı. Keşke bu gece ağlamayacağımı bilseydim. "Keşke yalnız bunun için sevseydim seni." Oysa hiç böyle yürümüyor işler ve avucuma küçük turuncu ve ölü bir japon balığı bile bırakmıyorsun. Kafamı kaldırıyorum, bana bakıyorsun. Kafamı eğiyorum. Sadece bir kağıt ve kalem istiyorum. Kafamı kaldırıyorum, yoksun. Gülüyorum. Ve bu kez yazabiliyorum, çünkü okuyacaksın. Biliyorum.


Anita
24.04.2011
110 & 35C

2 yorum:

Adsız dedi ki...

O hiçbir zaman mutsuz olmayacak.. O'nun elleri boş kalmayacak.. Söz.. Dost sözü..

Anita Taylor dedi ki...

=)