23 Ekim 2011 Pazar

Bayan Yanı / 2007


-İçindeki veled-i zinayla iyi geçin, dedi annem.
-Ama ilk o başlattı!



İtirazlar faydasız. Kimi zaman iftiralar, itirazlardan daha büyük kazanç getirir. İtiraflar ise boynundaki halatı bile bile kendi altındaki tabureyi kendin devirmektir. Faydasız olduğunu bilerek itiraz ediyorum, kimse dilediğimce şarkı söyleme hakkımı elimden alamaz! Kazancına aldanarak iftira atıyorum, seni ben sevmedim; martılar sevdi! Son nefesim olacağını bilerek itiraf ediyorum, hiç bir şarkı beni kirpiklerin kadar etkileyemedi!

Hala insanlar birbirini sevebiliyorlarsa bu dünyada ve hala çocuk kahkahaları geliyorsa kulağımıza az da olsa, bunu yıldızlara borçluyuz.  Burçlardan söz etmiyorum. Işık. İnsana insanlığını hatırlatan, insana bir tutam insanlık uzatan ışık. Hala gözlerim aydınlığa bu kadar açsa ve karanlığı kazımaya çalışıyorsam odamın duvarlarından, yıldızlara borçluyum bunu. Onlar gökyüzünde değil. Onlar gözlerde.. Bir çift yıldız göstereceğim sana, kaldır göz kapaklarını artık! Bak bana!

Şimdilerde insanlar kendilerine yakışan renklere sığınıyor. Şimdilerde insanlar kendilerine yakışan şarkılarda barınıyor. Şimdilerde insanlar nefes almayı, özgürlükten üstün sayıyor! Şimdilerde bazı insanlar bazı insanların tırnaklarından kendilerine taht yapıyor! Şimdilerde simsiyah bir odada, bağımsızlık fikrinden uzak nefes alıyorum, tırnaklarımı tribal diyarların kralı olduğunu iddia eden bir delikanlıya verdim, arka fonda Anathema çalıyor, 'One Last Goodbye' eşliğinde ağlıyorum!

Başlangıçta insanlara olmak istediğimiz 'şey' gibi davranırız. Zamanla olduğumuz 'şey' e döneriz ister istemez. Sonunda arkalarını dönüp gitmeye niyetlendikleri an onların istedikleri 'şey' olmak gelir aklımıza. Tanıştığımız zamanlar 'femme fatale' tripleri giyinmiştim galiba, zamanla sahip olduğu tek şey yara kabukları olan bir genç kız olduğumu görebildin. Sonra ardını dönüp giderken sen, arkandan seslendim, "Hey! Sahip olmak isteyip de sahip olamadığın her şeye sahip olan bir 'şey'im ben. Gel!" Duymamıştın değil mi? Birilerine kendimi kabullendirmek için bir 'şey' olmak zorundaysam, 'hiçbir şey' olmayı tercih ederim!

Bazı kadınlar hükmetmeye bayılırlar. Bazıları hükmedilmeye. Boynuma bir tasma geçir lütfen ve emrettiğim yere götür beni. Bazı kadınlar sevilmeyi severler. Bazıları sevmeyi. Ben seni seveyim, sen benim sevişimi sev, e mi? Bazı kadınlar ihanete uğrarlar. Bazıları aldatırlar. Sen yabancı bir dudakla dans et, ben bugün uzun saçlı delikanlılarla flört edeceğim. Bazı kadınlar terk edilmekten korkarlar. Bazıları terk etmeyi başaramazlar. Sen beni öylece bırakıp gittiğinde, arkandan "Sen beni bırakıp gittiğini sanıyorsun değil mi? Aslında sen gidiyorsun, ama ben seninle gelmiyorum!" diye bağıran olacağım. Bazı kadınlar bütün kadınları içlerinde taşır. Sanırım bu yükü daha fazla kaldıramayacağım.

Gülmek ağlamaktan daha zordur bazı anlar. Bazı anlar göz kapakları bile ağır gelir insana. Zaman zaman nefes almayı kendine hatırlatması gerekir insanın. Kimi saniyeler asırlardan uzun sürer. Kimi saatler bir nefes kadar hızlı geçip giderler. Bazı gecelerde insan karanlığı göremez ama, bazı günler ışık hiç mi hiç çıkmaz ortaya. Bazen zaman kavramı kalmazı insanın, anlar birbirine karışır, zaman geçmez bir yandan, bir yandan geçmiş geleceğe dönüşür, gözlerini açmak bir işkenceyken, gülümsemeye çalıştığın anlarda gözyaşları doldurur yapay gamzeleri ve tekrarlarsın ard arda, "Nefes al, nefes al, nefes al..."

Verdiğim sözleri benden önce unutmaları yüzünden kendimi silik bulmam. Onca ihanetten sonra, aşağılık kompleksinin başımın üstünde yeri var. Annesinden başka seveni olmayan adama nasıl yakışmasın oedipus kompleksi? Ya annesine sarılıp uyurken göğüs uçları dikleşen lezbiyen kız çocuklarına, komplekssiz demek, adaletli bir yargı olabilir mi? Şehir çöplüğünde yakılan komplekslerin, küçük renkli haplarla tedavi edilebilen her türlü ruhsal felaketin, kırmızı alevler arasından yükselip simsiyah gökyüzünü kapladığını körler bile görebilir. Duman kokusu sindi üstüme biraz, derini ödünç alabilir miyim?

Kaç ruhumuz var, kaç kimliğimiz? Kaçı ölümsüz kaçı fani? Kaçı pembe kaçı mavi? Cevaplayamadığın sorulardan utanma. Cevabı olmayan sorular üretmek de bir nevi dahiliktir. Herhangi bir yarışmada başına taç takılması güzel yapmaz seni, her halinle parlayabilmen asıl güzeldir. Ruhumu ödünç verdim bir adama, getirmiyor geri. Nüfus cüzdanım pembeydi, şimdi belli değil yeri. Ne tac takıldı başıma, ne parlayabildim bir hayalde. Yine de.. Dahi olmak umurmda olmadan soruyorum, kaç seviş kaldı ölümüme?


-Atlantis'e bir bilet lütfen.
Cam kenarı. Bayan yanı...



Anita

22/07/2007 - Edirne

5 yorum:

Adsız dedi ki...

Mektup almayı sever misin?

Adsız dedi ki...

Uzun zamandır bir şeyler yazmanı bekliyorum, her fırsatta buraya gelip bakıyodum yazı var mı yok mu diye. Çok iyi geldi bu yazı çok. Bitanesin :)

Anita Taylor dedi ki...

@Adsız I: Severim.

@Adsız II: Çok teşekkürler..

Adsız dedi ki...

sevgili b.,
sabahın beşinde oturdum seninle ilgili bir şeyler kovalıyorum orda burda. hemen sağımdaki anı kutun, üstümde evinden getirdiğim bir tutam "en yakın arkadaş" kokusu, başıma üşüşmüş anılarımız. falan. sanıyorum daha ne kadar üzülebileceğimizi düşünürken kendimizi bu halde bulduk. kendi adıma konuşmak gerekirse, bir kadın, hiçbir özel güne denk gelmeyen bir perşembe sabahı saat beşte en fazla bu kadar üzgün olabilir. ama senle ben. daha yıllarca. böyle de gideriz biz. çünkü biliyorsun. ne olursa olsun. "there is no me without you." sen benim kalpli doğumgünü pastasında olduğu kadar, düşündüğü kadın olmak konusunda da başarılı, küçük hüzünlü kızımsın, ben senin konuşma konusunda pek parlak olmayan, sessiz sakin en yakın arkadaşınım. sen arkadaşı olabildiğim tek kadınsın, ben senin çiçekli elbiseleri ve domatesleri seven, tedirgin arkadaşınım. bana istekler ya da karakterler ne kadar farklı olursa olsun iki insanın mükemmel bir uyumla yanyana kalabildiğini gösteriyorsun her baktığımda. mesela ben gelecekte yüksek bir tepeye kurduğum ses sistemiyle ingiliz gruplardan aksanlı şarkılar dinleyerek domates ve marul sulayıp yağlıboya resimler yapıp akşamları tahtadan evimde uyuyacağım. sen onbir çocuğun ve çok sevdiğin kocanla yine kahve içip yazı yazıyor olacaksın büyük şehirlerden birinde. sana güvencesini verebileceğim bir ton şey var artık. zaman geçtikçe birbirimizle yaşamanın yeni yeni yollarını da buluyoruz. seni alışkanlıktan değil, öylesinelikten, karşılıklı bilgisayarlarda oyun oynayıp saçmaladığımız günlerin güzelliğinden, sana her gelişimde -hasta olsam bile ve sen her türlü hastalığı en az iki haftada atlatsan bile- sarıldığımız zaman ilk bırakan olmamak için çabaladığımız ve yapmaya çalıştığımız şeyin farkında olmamızın harikulade samimiyetinden, sen sarhoş olduğunda ben hiç sarhoş olamadığımdan, evinde çakmağım kalsa bile -delicesine batıl inançlarına rağmen- kavga etmeyeceğimizi bildiğimden ve yazmaya üşendiğim ama senin de çok fena farkında olduğun şeyler yüzünden seviyorum. en güzeli de, seni, zaten her şeyin farkında olduğundan seviyorum. hemen sağımda kendi halinde duran şu anı kutusunu senden alıp evime getirdim. yorgunlukla oturuverdim önüne de. öyle bakakalmışken farkettim ki, bizim bunlara ihtiyacımız zaten yok. biz birbirimizin anı kutusuyuz. şeker, iyilik ve bütün güzel şeyler.

e.

Anita Taylor dedi ki...

sevgili e.

alışılagelmiş bir biçimde, elimde sigara ve biraz müzik eşliğinde zaman geçirirken, satırlarınla karşılaşmış olmak beni gülümsetti. yıllar önce olsaydı, belki gözümden birkaç damla yaş da düşerdi. ama bu defa, sadece dudaklarımın kıvrılmasına izin verdim, zira yeterince ağladık, bunu biliyorum ve mutluluktan bile olsa göz yaşlarına tahammül edemiyorum. bir şeylere tahammül etmekle geçen bunca yılda, en güzeli bunu birbirimiz için yaptığımız anlardı sanırım. ben senin, kaçtığın her şeye bayılan arkadaşınım. senin yerine topuklu ayakkabılar giyen, senin yerine dans eden, senin yerine sevişen, sarhoş olan, çorabı kaçan, sokakta şarkılar söyleyen, kalabalıklara sarılan, gereksiz insanların gereksizliğini tespit edene dek sabreden, alışverişe giden, saçlarını renkten renge sokan, düşünce tam düşen, ama ayakta kaldığı sürece seni de ayakta tutmak için nefes alan arkadaşın. istiyorum ki hep sana katlanılabilir arkadaşlar bulayım, senin için alışverişi eğlenceli ve kolay kılayım, sana dalga geçilecek bir şeyler sunayım, senin yerine yorulayım gerektiğinde ki, birlikte dinlenelim vakti geldikçe. belki hiçbir zaman marulları ve ingiliz şarkıcıları senin sevdiğin kadar sevemeyeceğim ve belki hiçbir zaman benimle kalabalığa dalıp kırmızı rujunu dağıtana kadar gülmeyeceksin. ama bunun her şeyi daha güzel kıldığını bildiğimiz sürece el ele olacağız. sen yine hasta olduğumda bana çorba yapacaksın, kahvemi ayağıma getirip saçlarımı tarayacaksın, sarhoş halimi avutacaksın. ben yine sen mutlu ol diye kalp şeklinde pastalar yapıp, sadece bizim anlayabileceğimiz mutsuzluğunu eksiltmeye çalışacağım. bu kadar üzülmeseydik, bu kadar yıpratmasaydı hayat, çok daha farklı olabilirdi. biliyorum. ama ben ikimizin yerine de mutluyum artık. ikimizin yerine de hevesliyim. ikimizin yerine de koşturacağım, çalışacağım ve hayallerimi gerçekleştireceğim. sen benim için sevineceksin çokça ve ben mutsuzluğunu azaltmak için kazandığım paranın yarısıyla sana çilek reçelleri alacağım kavanozlarca. kucaklaşmayı bitiren taraf olmamak için kenetlenip kaldığımız o günden beri, aslında hiç ayrılmadık, hala sarılıyor ruhlarımız birbirine. biliyorsun. ben mutfakta çakmağını gördüğümde önce batıllarımın yarattığı bir refleksle tedirgin olup, sonra "e. ile bizi ayırabilecek bir lanet yok" diye gülümsüyorum. ve senin de bunu konuşmadığımız halde düşünmüş olduğunu gördüğümde şaşırmıyorum. çünkü ben senin en yakın arkadaşınım. çünkü sen benim en yakın arkadaşımsın.

çünkü, there is no me without you.

seni seviyorum.