25 Aralık 2011 Pazar

Sadece Kadın







                                                       
Pazar  yeri  kalabalık.  Herkes  karnını  doyurmak  için pazar  arabalarını  doldurma  derdinde..  Kimisi  günün  ilk ışıklarında  çıkar  evinden  pazara  gitmek  için,  benim  tercihim  ise akşam  saatleridir  her  zaman.  Daha  ucuza,  daha  çürük, daha ezik  sebzeler..  Varsın  kötü  olsun, yeter  ki  filem  dolsun..  Bu bana  yeter.

  Eve  dönüyorum.  Ufak  mutfağımda  suyla  buluşuyor sebzeler.  Dakikalarca  yıkıyorum.  Hayat  o  kadar  kirli  ki, ben elimden  geldiği  kadarını  temizlemeye  çalışıyorum..  Akıyor  kirler, toz  ve  toprak.  Gülümsüyorum.

  Elimden  geldiğince  çok  gülümsemeye  çalışırım  ben, yine  de  sayılıdır  gamzelerimin  oyulduğu  anlar..  Çiçeklerime gülümserim  en  çok, çiçeklerimle  konuşurum.  Hep  yeşil  kalsınlar isterim  çünkü  onlar  kurursa,  ben  de  kururum.. Anlatacak  çok şeyim  vardır  aslında, geçmişimin  tüm  renklerini  kelimelere döker,  onlara  sunarım.  Evimi  anlatırım  onlara.  Köyümü. Hüseyin’imi  anlatırım  bazen, Deniz’imi…  Anlattıkça  tekrar yaşarım  o  zamanları..   Sizden  de  gizlemeyeceğim, severim paylaşmayı.
 Köyde  doğdum  büyüdüm.  Kısa  sürdü  çocukluğum. Çocukken de büyüktüm. Beş kardeşin  en  küçüğüydüm, en  çok büyük  ağabeyime  özenirdim.  Okul okudu ağabeyim, ben de okumayı  çok  istedim.  Ama  okutmadı  babam.  “Kız  ‘kısmısı’ okumaz!” dedi.  ‘Kız kısmısı’  cevap  vermezdi.  Boyun  eğdim.

 Hüseyin’imi  gördüğümde  onbeşimdeydim.  Saçlarım dalga  dalga  inerdi  belime.  Çimendi  gözlerim.  Hüseyin’im beğenirdi  beni.  Ben  Hüseyin’imin  sürmelisiydim.. “Var  bana!” dedi  bir  ikindi  vakti  Hüseyin’im.  Bilirdi  annem  gönlüm olduğunu. “Gitme!”  dedi.  “Töre!”  dedi.  “Babanlar  yakalarlarsa eğer, acımazlar  vururlar  sizi!”.  Ama  kara  gözlü  Hüseyin’imin gözlerinin  karanlığında  görmedi  gözlerim  töreyi, katli..

 Kente  geldik,  zar  zor  ev  tuttuk  kendimize. Fabrikada çalışırdı  Hüseyin’im. “İşçiyim!” dediğinde, inlerdi  yer  gök,  “Ben işçiyim!” . Sonra  sendika  geldi, sonra muhabbetlerimize  katılan yeni  kelimeler;  umut,  emek,  hak,  grev… İşte  ilk  o  zaman korktum. Bilirdim  bunları  telaffuz  eden  dillere  işkenceler  edilirdi. Bilirdim  bunları  savunan  diller  kesilirdi.. Sustum.

 Yapraklar  sarıydı  –iyi  hatırlıyorum,  bir  eylül  sabahı, postal  seslerinin boş  sokaklarda  yankılandığı  bir  hüzün sabahı götürdüler  Hüseyin’imi.. Hüseyin’im  gitti, geri  gelmedi…

 Bunları  anlatırım  sularken  çiçeklerime. Hüseyin’im gider,  hikaye  biter. Penceremin  önüne  geçerim  ben  de.. Parka bakar  pencerem,  çocuk  kahkahaları yankılanır  oturduğum sokakta.  Sıkılmadan,  bıkmadan  onları  izlerim.  Deniz’im de gelmiştir  oyun  çağına. Dört  bahar  önceydi  o  soğuk  sert zeminde  komşu  kadının  yardımlarıyla  onu  doğurduğumda. O hüzün  kokan  eylül  sabahının  sekiz  ay  sonrasında..  Sonra.. Sonra  ayrılık  girdi  araya  ben  istemeden..  İstemedim  terk etmek  Deniz’imi.. Ellerim  terk  etti  Deniz’imi  karanlık  bir  mayıs sabahı.. İstemedim  bırakmak  bir  caminin  avlusuna..  Hangi  ağaç istemez  meyvesini? Hangi  ana  terk  etmek  ister  bebeğini?  Olan oldu,  Deniz'im şimdi oyun çağında. Deniz’im  şimdi çok uzaklarda.. 

 Lafa  daldım,  işi  unuttum  bak.  Katlamam  gereken kağıtlar  var  tomar  tomar. Kuruyemişçi  için  yapıyorum  bu  işi. Saman  kağıtlarını  katlayıp  yapıştırıp  diziyorum  yaptığım  kese kağıtlarını  üst  üste. Yetiyor  bana  aldığım  para  çok  değilse  de. Seviyorum  kağıt  kokusunu,  hissini. Bunlarda  tanıdık  bir  şeyler var, aşina. Saman  kağıdına  yazılmış  benim  kaderim,  kaliteyi hamurdan  ibaret  sananlara  inat.  Oysa  sarı  iyidir  beyazdan.. Hem hangi  renk  açıktır  ki  kire,  lekeye  beyaz  kadar?
 Hava  kararmak  üzere.  Pazardan  aldığım  sebzeleri pişireceğim  birazdan  o saf  suda. Boşlukta  haşlanacaklar  bir  bir. Boşluğu  boşlukla  dolduracağım  birazdan.  Sonra  pilli  radyomda şarkılar  dinleyeceğim  karanlığın  şerefine.  Daha  sonra  komşu kadınlar  gelecekler  belki  ziyarete. İnce  belli  bardakları dolduracağım.  Bardaklarla  beraber  boşaltmaya  çalışacağız içimizi. Kadınlar  evlerine  dönecekler,  yalnızlığıma   terk edecekler  beni. Aslında  çok  da  yalnız  sayılmam  hani..  Tek kişilik  yatağımda  hasret,  keder,  hüzün  ve  ben  sıkışıyoruz  her gece. Sığmıyorum  yatağa, her  yanım  kaplı  onlarla.  Kulaklarımda Hüseyin’imin  aslan  sesi, Deniz’imin  süt  kokusu  burnumda  hala.. Kokusu  burnumda  uzaklardaki  köyümün,  çığırdığım  türkülerin tadı  damağımda.. Kaç  kişilik  bir  yalnızlık  yaşıyorum  bilmem.. Mutlu  olmasam  bile,  şikayet  etmem.

 Böyle gecelerde bir göz yaşı kadar hızlı akar gider zaman, bir ben kalırım geriye kaybolan o anlardan..

 Her  şeyimi  anlattım  neredeyse.  Bilmediğiniz  tek  şey benim kimliğim  değil  mi?  Ben..  Tabii  ya,  ben  kimim? Çok  bir önemi  yok  aslında  ismimin.. Ayşe’yim, Zehra’yım, Gonca’yım, Sibel’im.. Bir  noktaları  birleştirmece  oyunundaki,  herhangi  bir nokta  gibiyim.. Tek  değilim, tekil  değilim.  Her  yerdeyim  aslında. Bakıp  da  göremediğinizim.. Kendini  göstermeye  çalıştıkça  başı ezilip,  gizlenmek  istediği  anlarda  parmakla  gösterilenim. Kadınım ben,  hakları  ancak  kağıt  üzerinde  mevcut  olan.. Ülkesinin  doğusunda  parayla  alınıp  satılan,  kentinin  arka sokaklarında  tecavüze  uğrayan.  Doğduğu  gün  sırf  erkek olmadığı  için  bin  lanet  okunan  ve  o  lanetli  kaderi  bir  ömür  boyu  taşıyanım.  Kadınım  ben..  Bir  çok  hemcinsiyle  aynı  kaderi paylaşan, kalabalığına  rağmen  hep  tek  başına  olan  bir  kadın.. Sadece  bir  kadın…


Anita Taylor
o2.o4.2oo7



Hiç yorum yok: