17 Mayıs 2012 Perşembe

bi'






o kadar çok soru soruyorlar ki, bir yerden sonra sadece kendimle konuşmak istediğimi fark ediyorum.

falların bile eski tadını yitirdiği bir dünyada, her şey üst üste gelmek konusunda çok ısrarcı. tam iyiyim derken suların kesilmesi, tam iyiyim derken yolda ölü bir kedi, tam iyiyim derken birkaç taze yalan, tam iyiyim derken, her şey kötü bir şakaya benziyor şimdi. iki aydır her yer çok kalabalık. ben kalabalık yerleri bırakıp boş evime dönüyorum. döndüğüm gibi ev çok kalabalık oluyor. bir sürü insan. çoğu güzel. çoğu çok güzel. yine de sadece biraz alana muhtaç olduğun o anlamsız anlar gitgide artıyor. bu gece altmış gecedir ilk defa yalnızım bu odada. bunun iyi olup olmadığını bilmiyorum. alt dudağım son on saniyedir yana doğru atıyor. sanırım bunu ilk yapışı. dudaklarım bile artık normal olmayı yavaş yavaş unutmaya başlıyor. birkaç fotoğrafla mutlu olmaya çalıştım. birkaç fotoğrafı yanımda olmayan kalabalıkla daha paylaştım ve bunu neden yaptığımı merak bile etmedim. bi' arkadaş neyim olduğunu sordu. bi' şeyler kötü gittiğinde ilgiye ihtiyaç duyduğumu söyledi. malını tanıyorsun dedim. estafurullah dedi. tam her şey iyi giderken, yolda bir ölü kedi...

hırs isteyen italyanca çalışmalarım var. gidilecek konserler, ağırlanacak misafirler, devasa belirsizlikler, bağışlanmayı bekleyen ihanetler ve kaygı duyulacak bir gelecek var önümde. geçmişin ağırlığı ve geleceğin korkuları bugünü yaşanılmaz kılıyor. benden hiçbir bok olmayacağını idrak ettim bugün. kocaman bir boşluk. bir son dakika golü atma ümidim de kalmadı artık. bomboş yirmi iki sene. bir dünya kitap, sayfalarca yazı, yüzlerce film, sayısız şarkı, bin türlü düşünce, altı boş hayaller ve geleceğini görmezden geldiğim sorumluluklar şimdi. yapamayacağıma emin oldum bugün. hiçbir tetikleyici olmadan. evi süpürdükten biraz sonra, beşinci kahvemden biraz önce. ayaktaydım, çekyata yürüyordum. hiçbir şey olamayacaksın dedim kendime. çok az kaldı ve sen hiçbir şey olamayacaksın. herkes senden artık bir şey olmanı bekliyor ama sen yapamayacaksın. herkesin kıçında koca bir ağrı olarak kalacaksın. belki kimse senden beklemese, iki ay garson beş ay kitapçı olursun. dört gün anket yapar, iki sene tezgahtarlık yaparsın. sigara, yemek, barınma, bomboş bir hayat, bir şekilde yaşarsın. ama bu hayat sadece senin değil ve bu herkesi hiçbir şey olamamandan -ya da hiç bir şey olmandan- daha çok yorar. sadece bu sorumlulukları taşımak için yeterli olmadığını söylesen, hayata uygun dizayn edilmediğini, bu yükü taşıyamayacağını ve kimseye de iki katı yük olmak istemediğini, defolu olduğunu ve daha fazla oksijen, yemek, kahve israfı olmak istemediğini, dünyada bir kişilik yer kaplamaktansa, bir kişilik yer açmayı tercih ettiğini anlatsan. usulca ölsen mesela. her şey mantık çerçevesinde gelişse. kimse üzülmese. herkes bunun doğru olduğunda hemfikir olsa. ölümden sonra bir hayat olmasa ve sadece devasa bir karanlık ve düşünülecek hiçbir şey olmayacak artık.. sonra oturdum ve bir sigara daha yaktım. yaşamayı beceremeyen, ölmeyi de beceremiyor. düşünebilmek kolay, eylemler konusunda ise berbatım. keşke böyle olmasa.

başlangıçlar da en az finaller kadar korkutucu.

her mayıs ayı kendi içinde bir kabus. periyodik olarak sınanıyorum her bahar. mayıs değil aralık olsa ne fark ederdi onu da bilmiyorum. kazıyıp attım saçlarımın yarısını. keşke hayatım için de aynısını yapabilsem. kayra ile hipnozdan söz ediyorduk. imkanım olsa o'nu ve tüm olup biteni hafızamdan sildirmek isteyip istemeyeceğimi sordu. hiç yaşanmamış gibi. hala her günümü siken acıyı da, birkaç haftaya sıkıştırdığım cenneti de sonsuza dek silmek. emin olamıyorum, cevap sürekli değişiyor. gitmek istediğini duyduğum günün ilk saatlerinden sonrasını sildirmeyi isteyeceğimi söyledim. yaşadığım o mucizevi bütünlük duygusunun hayatımdan sonra anılarımdan da silinme ihtimali beni yıprattı sanırım. ama dedi, o zaman nasıl olduğunu anlamadığın bir kesilip gitme olacak, bununla nasıl yaşarsın? sanki zaten olup biten çok farklıymış gibi. ama ne demek istediğini anladım. olsun dedim. umudum olurdu. delirirdim. deli ve umutlu olurdum. her gün ayrı bir senaryo yazardım neden son öpüşmemizden beri ortada olmadığına dair. her senaryomun son kelimesi 'dönecek' olurdu. her akşam giyinir, iki kişilik bir sofra hazırlar ve sonsuz bir inançla dönmesini beklerdim. deli ve güzel olurdum. deli ve mutlu. sonra birer sigara yaktık ve birbirimize en çirkin rüyalarımızı anlattık.

dur.

son günlerde etrafımdaki çok sevdiğim insanlara gizlice bakıp hep aynı şeyi düşünüyorum. olmasa da olur. çok seviyorum her birini, yıllar geçirmişim, en yakınlarım olmuşlar. her düştüğümde, ilk uzanan eller onlara ait. yine de gitse de olur diyorum içimden, içlerinden herhangi biri gülümseyerek bana sigara uzatırken. ben de ona gülümsüyor ve teşekkür ediyorum. kalksa şu an ve bir daha hiç gelmese, bu beni zerre etkilemez diyorum o esnada içimden. ıssız bi' adaya düşsem, yanıma alacağım üç şeyden biri olmaz. beni aslında sevmediğini söylese, içimde bir yer acımaz. hepsiyle aramda şeffaf bir duvar, ben sabit duruyorum, onlar gelip sarılıyorlar.

daha önce hiç böyle olmamıştı.

beni özlediğini duyuyorum ve inanıp inanmamak gibi bir sorunum yok. bir şeyleri özleme ihtiyacımı gidermek için özlüyorum sanki. acıyı sömürebilmek için uzattıkça uzatıyorum. güzel bir adamın da geçenlerde söylediği gibi, birkaç satır fazla yazarım diye belki. yine de temel çok da sikimde değil. bina bir şekilde dikiliyor işte karşımda, altında yatanın ne önemi var. yakında onu göreceksin, bu seni üzmez mi dedi p. en azından üzülmek için sağlam bir sebebim olur dedim. şu an mutsuz eden şeylerin hepsi çok anlamsız zira. aşk da öyle, amma ve lakin sorun yok. zira aşkta mantık aranmayacağını öğrendim.

haftalardır süren kalabalığın sabitlerinden biri biss. haftalardır bir sürü kayda değer şey söyledi. emin olamadığımız her şeyin, aslında aklımıza ilk gelen olduğunu. o'nu özlemediğimi, yaşadığım duyguyu özlediğimi, ama bunun aslında onunla hiç ilgisi olmadığını, sadece hayatımda ilk kez bir şeyi o kadar güzel sevdiğimi, hesapsızca sevgi sunmanın lezzetini aldığımı ve aradığımın, özlediğimin, dönemi güzel kılan şeyin bu olduğunu. her şeyin bir şekilde yoluna gireceğini. her şeyin bir şekilde yoluna gireceğini. her şeyin bir şekilde yoluna gireceğini. sonuncusunun yalan olduğunu ikimiz de biliyorduk. o yüzden kalan paramızla gidip kendimize yeni elbiseler aldık ve bunu unuttuk.

en zayıf insan, mutsuzluğunu tanımayan insan. beş gün önce huzurdan başka bir şey hissetmediğimi sanıyordum. hiçbir şey değişmedi. benden başka hiçbir şey değişmedi. mutsuzum. yirmi iki yıldır konuşuyorum. herkesle, her şeyi. o kadar fazla konuşuyorum ki buna tahammül edebildikleri için yakınımdaki herkese saygı duyuyorum. sonra ne olduğunu anlamadan susuyorum. beş gündür, altı gündür, yedi gündür susuyorum. sadece susuyorum ve insanlar amansız bir hastalığa tutulmuşum gibi bakıyorlar yüzüme. sen susmazsın ki. ama işte ben bu aralar susuyorum. gizlediğim hiçbir şey yok. ama konuşacak şeyim de kalmamış demek ki. nasip kısmet hep bu işler.

uyumadan karşıya geçtik geçen gün. birisi bize huzur dolu, ümit dolu, sevinç dolu yalanlar söylesin diye üşenmedik karşıya geçtik. faturaları nasıl ödeyeceğimizi bilmezken, on dakikalık umut nakli için yirmişer lira ödedik. benden başka herkes gülümsedi. duyduğum şeylerin güzelliği bile beni gülümsetmedi. gidip metro girişine oturdum ve ağladım. kimse neden ağladığımı anlamadı. nedensizliğin ne kadar üzücü olduğunu kavradım. sonra biraz su. birçok sigara. metroya bindik, o sahneden kaçtık sonra. keşke tüm mecburiyetlerden ve anılardan, acılardan uzak bir başka evrene yol alan bir metro olsa. ama yok. o yüzden şimdi sadece önemsizliği hissediyoruz, fazlası değil. hep beraber tekrar edelim, yarın bugünden daha iyi olmayacak.





 anita
17 o5 2o12








Hiç yorum yok: