10 Şubat 2014 Pazartesi

Poland / Fundacja Rodowo: My First EVS Adventure - 2012 / Part I




Merhaba!

Haddinden fazla gecikmiş bir yazıyla karşınızdayım bu defa. Ufak bir yazı serisinin ilk parçası diyelim birazdan okuyacaklarınıza, zira AGH ile gittiğim Polonya'da geçen iki ayı özetleyeceğim bu seride. Fazla vakit kaybetmeden başlıyorum hikayeye, buyrunuz! ^^

***

Kelimenin tam anlamıyla ARA bir dönemdeyken atlayıp gittim Polonya'ya. Kalan son dersimi de verip okulu tamamen tamamladığımda, tek kelimeyle amaçsız bir şekilde kalakaldım. Ha okulla çok bir alakam olduğundan değil ama en azından bağlayıcı bir etken olan ve beni yiyip içmekten başka bir halta yarıyormuş gibi gösteren okulla da ilişkim bittiğine göre yeni bir şeylere dalmanın zamanı gelmiş oluyordu ve gerçekten hiçbir planım yoktu. Ben de mobilyalarımı dağıttım, kişisel eşyalarımı kutulara doldurdum ve kendime haritadan şehir seçmeye çalıştım. Evet, işsizliğim, ev kiraları ve karman çorman geçen beş senenin ardından İstanbul'da devam etmek son derece mantıksız bir fikir gibi duruyordu ve yeni bir başlangıç harika olabilirdi. Bir AGH projesine katılmak da uzun süredir aklımdaydı ancak o işler de o kadar kolay olmuyordu, bir sürü görüşme, upuzun bekleyişler gerektiriyordu. O sebeple 'ha' deyince olacak iş değildi ve haritada birçok şehir vardı.

Derken telefonum çaldı.

Başka bir ülke, başka bir proje için görüşmelerim sürerken Polonya'da gerçekleşecek proje için son anda bir kişi eksilmişti ve acilen vize derdi olmayan bir gönüllü gerekiyordu. Projenin iki ay süreceği, Sorkwity'de bir gençlik kampında gönüllü olarak çalışacağımız ve genel olarak doğa aktiviteleri, gençlerle zaman geçirmek vb. üzerine olacağına dair bilgileri de edindikten sonra "Tamam." dedim. "Geliyorum."



Yirmi küsür yıldır sürekli aldığım radikal kararlara alışık olduklarından herhalde ne ailem ne arkadaş çevrem "Bacım sen n'apıyorsun ya?" demedi. Sadece bir takım kucaklaşmalar, bir takım son biralar, bir takım son vedaların ardından, malum telefon konuşmasından epi topu bir hafta sonra 5 Eylül 2012 tarihinde, LOT turizmin 17.30 Varşova uçağının 25C numaralı koltuğunda, yanımda henüz havaalanında tanıştığım iki yeni proje arkadaşımla Polonya'ya uçuyordum işte.

Yol arkadaşlarım (ki sonradan dünya tatlısı insanlar olduklarını yaşayarak öğrenecek ve ailem gibi görecektim) Mladen ve Banu da benimle aynı proje için 2 aylığına Rodowo'da olacaklardı. İster istemez heyecan içindeydik, neyle karşılaşacağımızı, iki ayın nasıl geçeceğini merak ediyorduk ve yol boyunca heyecanımızı birbirimizle paylaşarak rahatlamaya çalıştık. Türkiye saatiyle 20.00 sularında uçağımız iniş yaptı. Elimizde valizlerimizle Varşova hava alanından dışarıya adım attığımızda yüzümüze çarpan soğuğu ile "Hoşgeldiniz!" dedi bize Polonya. "Hoşbulduk." dedik ve atladık bizi hostelimize götürecek olan ilk araca.

Poznan'da indikten sonra devasa valizlerimizi sürüye sürüye sokakları arşınlamaya başladık. Nihayet İngilizce bilen birini bulup Chillout Hostel'i sorduğumuzda, genç adam son derece kibar bir tavırla bize eşlik edebileceğini söyledi ve hep beraber hostele doğru yollandık. Bizi Polonya'ya gönderen firmanın ilk faili de tam olarak resepsiyon görevlisiyle konuşurken ortaya çıktı. Rezervasyonumuz yanlış tarihe yapılmıştı. Neyse ki bir odada üç kişilik boş yatak vardı ki yeni bir hostel aramak zorunda kalmadık. Gerekli işlemleri hallettikten sonra dev valizlerimizi merdiven basamaklarında sektire sektire, eflatun duvarlı, bebeksi odamıza yollandık. Filtre kahvelerimizi kapıp odanın balkonunda biraz dinlendikten ve sevdiklerimize sağ salim ulaştığımızı haber verdikten sonra üzerimizi değiştirip kendimizi dışarı attık. Nereye gideceğimizi bilmiyorduk ama kampa geçmeden önceki tek gecemizi bir şeyler içerek değerlendirmek istiyorduk. Kafamıza göre bir pub sormak için yolda durdurduğumuz Thomas isimli genç de bir şeyler içmeye gidiyordu ve beraber zaman geçirmeyi önerdi. Böylelikle geceyi Mladen, Banu ve Thomas ile bira içerek değerlendirdikten sonra, oda arkadaşlarımızı uyandırmadan yataklarımıza döndük ve Polonya'daki ilk uykumuza gözlerimizi yumduk.

***

Sabah duşu ve kahvesinin ardından hostelden ayrıldık. Mladen'in parçalanan valizini sokak ortasında tamir edip, moral bozmadan karnımızı doyuracak bir yer aradık. Adım başı kebapçılarla dolu olan sokakta bir yer seçip döner aldık, hatta dönerci Elazığ'lı çıkınca üç beş muhabbet çevirdik ama bi' indirimini de göremedik. Shame on you dönerci dayı! Karnımız doyunca bizi kampın olduğu kasabaya götürecek olan otobüsün kalkacağı yer olan Zachodnia'ya geçtik. Otogardaki dükkanlardan atıştırmalık hazır gıdalar, böcek ilacı, kahve gibi bir takım ihtiyaçlarımızı giderip bizi  götürecek olan araca atladık. 




Yol boyunca mışıl mışıl uyuduktan sonra, şöförün geldiğimizi söylemesiyle otobüsten inip bizi almaları için kampa telefon açtık. Ancak görünen o ki, bize yanlış bir tarif verilmişti. (Fail 2) Mragowo'ya geçtiğimizde bizi alacakları söylenmişti ancak görünen o ki Sorkwity'e giden başka bir araç vardı ve kamptakiler onu kullanmamızı bekliyorlardı. Ve bizi dağın başındaki duraktan gelip almak yerine "Bir yolunu bulup Sorkwity durağına geçin" demekten başka bir bok yapmadılar. Gecenin köründe bir köy yolunda soğuktan titreye titreye otostop çekip sevgili şöförümüzün yardımıyla Sorkwity'e kadar geçtik ve uzunca bir süre de orada beklemek durumunda kaldık. Birkaç sigara ve birçok küfürden sonra, bir araba gelip önümüzde durdu. Inga Lysiak (Kamp sahibi Adam Halemba'nın karısı) ve Tatiana Gugial (Ağzına bir yumruk atmadan döndüğüm için inanılmaz pişman olduğum Fransız çiçeği co-ordinator) ile beraber yola çıktık. Ormanın içinde tangır tungur kampa doğru ilerlerken böbreklerimizin çalınacağına, seks kölesi yapılacağımıza, Teksas Katliamı modunda bir maceraya yollandığımıza emindim. Şansımıza ki öyle olmadı...


-devam edecek-

anita
1o.o2.2o14

3 yorum:

Adsız dedi ki...

:)

vera.

Adsız dedi ki...

asla devam etmedi.. :(

Liv Anita Taylor dedi ki...

Lütfen böyle tembellikler yaptığımda aynen bu şekilde yüzüme vurunuz, başka türlü benim oturup yazacağım yok :)