19 Ocak 2016 Salı

birbalığındediğidir





Son zamanlarda başka hiçbir şeye mecalim olmadığından çokça düşünüyorum. Küçük şeyler hakkında. Büyük şeyler hakkında. Olaylar, insanlar, fikirler, kavramlar, muzlar ve tütün fiyatları hakkında. Seneler önce sancılı ve uzun bir iyileşme sürecinde, İnci Sözlük'te bir yazarın kendi aşk hikayesini anlattığı upuzun bir başlık vardı, günde 2 litre şarap içiyorum.  Yazarın mahlası da tezek idi. Şöyle bir kısım vardı, çok sevmiştim:

"okyanustaki bir balık, var olan her şeyin okyanusta olduğunu düşünürken, bir gün sıçramayı öğrendiğinde, aslında var olan her şeyin okyanus olmadığını anlar. yüzgeçleriniz sizi dışarda uzun süre tutacak kadar gelişkin değildir, yüzgeçleriniz kanat değildir. 2 dakikadan fazla okyanus dışında kalamazsınız, çünkü ciğerleriniz dışarıya göre değildir. başka bir dünyadir uçtuğunuz ama uzun süre orda kalmanız ölümdür. çünkü hazır değilsiniz oraya. işte bunalımlarınız, bir an için uçup duyumsadıklarınız da böyledir. ama hapları verirler size, onlar rüyaydi derler. siz de zaten o koşulları çok sevmediğiniz için geri dönmeye, korunaklı yuvanıza geri dönmeye can atarsınız. paralar ödersiniz terapilere, size aslında okyanusun dışının olmadığını anlatırlar. sizde her seansta buna inanmak için elinizden geleni yaparsınız. siz acılarınızdan kaçsanız da. içindeki dünyanızdan çıkmak acı veriyor olsa da. burada kalmak için elinizden geleni yapıyor olsanız da. varoluş sancınız sizi en azından bir kere bununla yüzleştirecektir. ve çoğunuz allaha şükür, kabus gibiydi, bir daha yaşamadım. simdi çok mutluyum. kendimi düzene soktum diyeceksiniz."

Kafamın içine girmiş ve gördüklerini yazmış gibi, sanki her satırı benim zihnime aitmiş gibi hissetmiş ve çok düşünmüştüm üzerine. Sanki bazı insanlar, bazı dönemlerinde, kimsenin varlığını kabul etmediği bir evrenin kapılarını açıyor ve geri döndüklerinde asla bunu tam olarak anlatamıyorlar. Üstelik bu insanların bir araya gelmeleri için "İsimsiz Alkolikler" toplantısı gibi organizasyonlar da yok. Yani yapayalnızsın, sen bile kendi hissettiklerinden, gördüklerinden, bildiklerinden emin değilsin zaman zaman ve bu, iyileştikten sonra da suratınızda devasa bir iz bırakıyor. Yalnızca sizin görebildiğiniz.

Ne boksa. Son zamanlarda favori konu başlıklarım arasında insanların ne kadar boktan oldukları da var. Eminim şu cümleyi reddedebilecek kimse yoktur aramızda. En boktanımız bile kendi üzerinden damlayan pisliği görmeden diğerlerini boktan olmakla suçluyordur. Normal. Fakat birçok insan, bu gerçekle yaşamanın bir yolunu buluyor. Gördüğüm en sık tercih edilen yöntemler arasında; umursamamayı öğrenmek, kendi kabuğuna çekilip toplumdan soyutlanmak, karşısındaki kişilere bir bok yemelerine daha fırsat vermeden daha boktan davranmak ve böylelikle güçlü taraf kalabilmek gibi yöntemler var.

Henüz hiçbirini başarabilmiş değilim.

Beni en çok üzen ise, içimde engelleyemediğim bir nefretin büyüyor oluşu. Her şeye karşı. İnsanlara, şartlara, yöntemlere, avuntulara ve kendime karşı büyüyen kocaman bir nefret ki benden başka kimseye zarar verebildiği de yok. Küflenen bir kavanoz salça gibiyim. Dönem dönem üzerimdeki minik küf birikintilerini bir kaşığın ucuyla alıp sorunu çözdüğüme inanmakla birlikte, önlenemez bir çürümeyle karşı karşıya olduğumu da biliyordum hep, derinlerde bir yerde. Üstelik şimdi dahi biliyorum, bu defa çok daha büyük bir küf tabakasıyla kaplanmış olsam da, bir süre sonra onu da kazıyıp atacağım ve her şeyin geçtiğine inanacağım.

Belki de geçmiş olan tek şey, son kullanma tarihimizdir. Bilmiyorum.

Bu küflenişi, bu çürümeyi, bu nefreti bile bile nasıl hayatlarına devam edebiliyor insanlar diye sorup duruyorum kendime. Sanırım en büyük çare, bir inanca, bir umuda sahip olmak. Okul bittiğinde tüm dertlerim çözülecek diyen Ayşe gibi. Şu terfiyi alayım, o zaman rahatım diyen Hakan gibi. İbadet için varım ve öteki dünyada huzurla dolacağım diyen Büşra gibi. İsa hepimizi seviyor ve hepimiz cenette buluşacağız diyen Rick gibi. Evlendikten sonra, diğer insanlar umrumda bile olmayacak diyen Sıla gibi. Bir gün değerim anlaşılacak diye boyalarına sarılan Yankı gibi.

İnanacak bir şey bulamıyorum.

Kendine inan, kendini sev zırvasından da gına geldi. Kendini seven insanın bu dünyada işi ne. Kendini seven insanın bu kadar büyük bir bok çukurunda işi ne. Kendini seven herkes birkaç avuç hap, yüksek bir köprü ya da uzun bir halat yardımıyla özgür kıldı zaten kendini. Bu hep böyle oldu. Bizimki, yalandan ibaret bir yaşam. Ne fazlası, ne eksiği.

Bazen bir şeyler olur, sonuçları bambaşka yerlere varır. Köy kıraathanesinde çayını yudumlayan bir amca kasketini düzeltir ve her şeyi özetler: "Ak göt kara göt belli oldu."

Ak göt kara göt bir şekilde belli ediyor işte kendini böyle zamanlarda. Bunun bir çaresi yok. Bir şeyler oluyor ve ardından daha net görüyoruz kendimizi ve diğerlerini. Nasıl da baştan ayağa bokla kaplı olduğumuzu ve nasıl da yalnız.

Demem o ki, bir gün güvenli sularınızdan dışarı fırlattığında sizi hayat ve okyanusunuza dışarıdan baktığınızda, o zaman aynı dili konuşmaya başlayacağız. Demem o ki, kör ölecek, badem gözlü olacak. Ve o ana dek, her zerremizle yalnızız.

anita
19012016


2 yorum:

Ergin Bay dedi ki...

İsimsiz Alkolikler toplantısı olsun. En boka batmış ve en yalnız halimle katılmak, susmak, sadece dinlemek istiyorum. Ara sıra da kadeh kaldırmak.. Ve belki sövmek.. Bizi okyanustan atanlara..
Son olarak; yüreğine sağlık

Liv Anita Taylor dedi ki...

Çok teşekkürler.