26 Mayıs.
Kızları uyuttum. Oturdum, biraz ağladım. Sonra 'if you go away'i karaladım bloga. Sonra uzandım. Sabahın beşi. Televizyonu açarsam, beynim oyalanır. Üç dakika. Sonra bir ağlama nöbeti. Olur o kadar. Sonra nefes alamama. Ağlamaktandır. Sonra çığlık çığlığa. "Tanrım n'apıcam bi' şey yap Tanrım n'apıcam!" Sonra kızlar. Sonra "Anita iyi misin?!" Sonra katıla katıla. Dakikalarca. Nefes nefese. Sonra yorgunluk ama öyle böyle değil. Sonra uyku.
27 Mayıs.
Kadıköy Kahve Bahane. Bir bira. "Bak, ölüyorum. Bir şey yap." İki bira. "Ağlama Anita, içme Anita, şu makyajını sil Anita." Üç bira. "Yapamıyorum böyle, bir şey yap." Dört bira. "Ödedim kendi hesabımı. Anita ben gidiyorum." İşte başlıyor. Nefesim yok. Çok sık, ama yok. "Yapma şunu Anita." Konuşmak adına ağır bir çaba. "Ben yapmıyorum, böyle oluyor kendi, geçecek. Kızları çağır sen git." Kızlar. Polen, Canem. "Polen, hesabımı öde beni doktora götür yine geliyor ama bu farklı." "Hadi ben gittim." Nefes. Nefes. Nefes. "Hangi masanın hesabını alıyoruz?" "Şu az önce kalkan yeşilli orospu çocuğunun olduğu masanın! Biraz çabuk!" "Anita iyi misin?" "Lavaboya götür sonra hastaneye gidelim." Nefes. Nefes. "Kapıyı kilitleme." "Tamam." Lavabo. Ayna. Su. Çığlık. "Anita!!" İçeri dalıyorlar. Camın önüne taşınmak. Havayı tekmeliyorum. Kaslarım benim değil. Canım acıyor. "Biri bir şey yapsın bana!" "Nesi var?" "Biri bir şey yapsın bana!" İnsan çığlığı değil. Yaralı bir hayvan çığlığı. Sonra iki. Sonra üç. Sonra sonsuz. Herkes bir yerimden tutuyor. Tanımadığım kız saçımı topluyor. Tanımadığım kızın gözleri. "Sen yap bari bir şey yap, ölüyorum bir şey yap!" Tanımadığım başka bir kız. "Biraz yavaş nefes al, bak geçecek ambulans geliyor. Hadi lütfen." Polen arkamdan sarılıyor. Canem de var. "Panik atağı mı var?" "Bilmiyoruz." "BİRİ BİR ŞEY YAPSIN DURAMIYORUM ARTIK BİR ŞEY YAPIN!!!" Milyar tane çığlık.
Ambulans.
Sedye. "Hadi, bak sakin olmak zorundasın. Adın ne?" "Anita." "Anita, bak biz buradayız. İlaç kullanıyor musun Anita?" Çığlık. "Anita dayan biraz daha, ne kadar içtin?" "Anita, korkma. Anita bak birazdan hastanede her şey yoluna girecek. Hadi ona kadar say Anita, hadi." "Bir. -nefes.. nefes.. nefes..- iki.." Çığlık. "Anita hadi. Lütfen. Hadi." Solumdaki kız yüzümü avuçlarının içine alıyor. Su içiriyor. "Ben buradayım, bak arkadaşların da ön tarafa. Çok az kaldı haydi bak, hiç korkma.." Çığlık. Solumda kişisel gelişim kitabi gibi bir erkek. İyi niyetli. "Ama Anita, haydi.. Bağırmadan.." Çığlık atarak, "Ya ben istiyor muyum sence!" "Tamam Anita, o zaman bağır. Hadi rahatlayana kadar, bağır." İstemsiz itaat. Yol bitmiyor. Bitmiyor bir türlü. Bacaklarımı tutuyorlar. "Bir şey yap! Uyut beni! Acıyor!" "Anita, şimdi uyutursak iyi olmaz. İnince doktor görecek seni. Sonra uyutacaklar. Dayan.." "Ya duramıyorum yeter" Bir hayvan gibi çığlık atıyorum, ayakkabımın topuğu sedyeye saplanıyor, kasılmaktan ölüyorum. "Tamam, tamam yapacağım iğne, tamam." Sağ kolum. Sıkı lastik. İğne. "Ah." "E geçmedi!" Çığlık. "On dakika sonra her şey bitecek Anita." Durduk.
Hastane.
Sedye. Acil. Doktor. O bir şeyler soruyor. Ben çığlık atıyorum. "Bir sakinleştirici daha vurun." Başka oda. Öküz bir doktor. Ben geberirken bana "Sus bağırma." diyecek kadar. "Ulan orospu çocuğu keyfine mi bağırıyor bu kız!" cümlesini hakedecek kadar. Kalçamdan bir iğne daha. Biraz sakinleşeyim diye dinlenme odasına götürüyorlar. Hiçbir şey geçmiyor. Allahın belası cehennem gibi bir kriz. Sonra tanıdığım en büyük orospu çocuğu ve Ahmet geliyor. Daha kötü oluyorum. Canem çıkartıyor dışarı. Bahar geliyor, saçımı okşuyor. Hayvan gibi bağırıyorum ve bundan nefret ediyorum. Artık çığırından çıktı. Üçüncü sakinleştiriciyi de yiyorum.
Uyuşma.
Canem arada dudaklarımı ıslatıyor. Çok iyi bu. Polen saçımı okşuyor. Tekrar geldiler. Ahmetin yüzü. Birkaç saniye ama niyeyse çok uzun. "Birazdan uyur artık, üçüncü iğne bu. Burada da kalabilir ama eve götürseniz daha rahat eder." O kadar yorgunum ki. "Bir saat uyusam, öyle götürseniz..." Konuşmak çok yavaş. "Uyuduğunda, sabaha kadar kalkamaz. Pazartesi Bakırköy Ruh Sinir'e götürün, bir psikiyatri bölümüne çıkarın. Panik atak krizi."
Taksi.
Uyku.
Ev.
Uyku.
28 Mayıs.
Deli bir uyuşuklukla, evde geçen koca bir gün.
29 Mayıs.
Kadıköy. Moda. Kızlar. Hep yanımdalar. Gülüyoruz. Eğleniyoruz. Bir şey olursa Polen elimden tutuyor. Sahil güzel. Bir şekilde çaba sarfediyorum. Gece, otobüste yine başlıyor. İniyoruz. Kontrol edemeden saçma sesler çıkartıyorum ve dehşet utanıyorum. Ağlamamak mümkün değil. Bu defa yoklayıp gidiyor. Yirmi dakika içinde kendi kendine geçiyor. Eve gelip rakı içiyoruz. Çok keyifli bir sarhoşluk. Günlerdir ilk defa bu kadar huzurluyum. Polen'in koynunda uyuyorum.
30 Mayıs.
Staja gitmedim. Kolumda iğneyi yediğim kısımda onbeş santimetrelik bir alan mosmor, çürük. Otururken canım acıyor iki iğnenin sayesinde. Bakırköy'den randevu alamıyorum çünkü hatlar sürekli dolu. Akşam çıkıp sarhoş olacağız, konsere gideceğiz, çok güleceğiz.
****
Daha iki hafta önce, kapıma ihbar var diye sahte polis geldi. Tacize kalkıştı ki şanslıydım, başıma bir iş gelmedi, tek değildim. Bütün bir günüm karakolda geçti. Saçma sapan kamera kayıtlarından adam aradık. Korkumdan kendi evimde kalmadım on gün boyunca. Üstüne de hayat, hiç boşluk bile bırakmadan hırpalamaya devam ediyor. Çünkü adil değil. Bu gibi günler var bu aralar. Cumadan beri, sadece sağlığım ve ne yapacağım üzerine kafa yoruyorum. Altından kalkamayacağım hiçbir şey yok. Sadece, insanın kimseye güvenilmeyeceğini ve herkesin orospu çocuğu olduğunu öğrenmesi, coşkunun yitimi anlamına geliyor. Yorgunum. Çok yorgunum. Ama saçma videolar izlemek, fotoğraflar çekmek, sahilde oturmak, Taksim'de sarhoş olmak, birkaç gün sonra da olsa yemek yiyebilmek hem de durmadan, yanımda iki güzel insan olması ve verdikleri güven duygusu, her şeyi biraz olsun katlanılabilir kılıyor.
Böyleyken böyle işte.
Anita
30.05.2011
İstanbul
6 yorum:
yeşil tişörtlü ibne umarım kendini duvara çarparak öldürür.
Bakırköy olmaz sana.Şimdi elli tane sebep yazıp niye olmaz anlatmaya üşendim.M.Köyde fransız lape hastanesi var.Hiç bişi olmazsa bahçesinde huzur bulur insan. Sen bi ses et ben ayarlarım sana ordan birilerini. Bu da bir dönemdir illa geçer..
hala onu ozluyo musun?
Onu değil. Ama iyi zamanlarımızdayken hissettiğim bütünlük duygusunu çok özlüyorum.
Yorum Gönder