30 Haziran 2011 Perşembe

That's Just A Clue



Sadistler ve mazoşistler, acıyı zevke dönüştürmeyi bilirler. Kabuk tutmaya başlayan yaraya bakıyor ve bunu düşünüyorum sadece. Sonra gülmeye başlıyorum. Nefes almadan, kahkahalarla gülmeye başlıyorum. Titreyerek bakıyor bana.



-Anita...

-Sus bebeğim. Sus.


...

Uyanalı yarım saat oldu. Nescafem, sigaram. Üzerimde siyah bir tişörtle oturuyorum kırmızı koltuğumda. Biraz heyecanlıyım. Zira 64 gündür bu günü bekliyorum. Tırnaklarım, saçlarım, omzumu kaplayan kiraz çiçeklerim.. Hepsi kan rengi. Bu bana cesaret veriyor. Sigaram dudaklarımın arasında aynaya doğru ilerliyorum. 

-Günaydın güzellik, hadi hazırlanalım.

Siyah, tek askılı bir elbise çıkarıyorum dolaptan. Üzerime tam oturuyor. Kırmızı topuklu ayakkabılarımı geçiriyorum ayağıma. Bir şey eksik. Ayakkabıları çıkarıp file çorapları geçiriyorum bacaklarıma, sonra yine kırmızı ayakkabılar ve bu defa tamam. Gözlerim siyah kalemle birleşiyor, dudaklarıma kan kırmızı ruj bulaşıyor. Kafamın üzerinde bir kalemle gelişigüzel topladığım saçlarımı açıyorum. Omuzlarıma yangın akıyor. Sanırım hazırım. Gülümsüyorum ve kapıyı çekip çıkıyorum.


...

Daha erken. Evden çıkmasına tam bir saat var. Her cuma olduğu gibi, bir saat sonra o evden çıkacak. Kumral saçlarına değen rüzgârın yarattığı o minik dans hali, bacaklarımın arasından bir şeylerin akmasını sağlayacak. Sonra kafasını kaldırıp yola bakacak. Mavi gözleri içimde bir nefreti okşayacak. Dudakları sürekli kımıldıyor olacak dinlediği müzikle eş zamanlı olarak, hırslı cümlelerde kaşları çatılacak, başıyla ritm tutacak. Evimde otururken bir şeyler mırıldanıp zeminde ritm tutuşunu anımsayacak ve o güzel kafasını kesmek isteyeceğim. Ve sonra "Zamanı değil Anita.." diyerek gizlice arkasından süzüleceğim, her cuma, her perşembe, her çarşamba, her salı, her pazartesi yaptığım gibi.

Ama daha bir saatim var. Bu birkaç şişe bira demek. İlaçlarımı almadım yine. Yine bana söylenenin dışına çıktım. Umudun yoksa, kuralın da yoktur. Karşısında krize girmek en son istediğim şey ama bugün, sarhoş olmayı gerektiren bir gün.

-Bir otuzluk alabilir miyim?

Bunu dört tanesi daha takip edecek. Ben sık sık saate bakacağım. 17 tane sigara içeceğim. Yanımdan geçerken bacaklarıma bakan adamlara orta parmağımı göstereceğim. Ve olup bitenleri düşünecek, düşünürken tekrar yaşayacağım. Parmağıma saçma ama anlamlı, yeşil bir yüzüğü taktığı anı anımsayacağım. Yüzüğü cebimden çıkartıp parmağıma geçireceğim. Şarkılarımızı anımsayıp, "The spirit carries on..." diye mırıldanacağım. Beni kucağına alıp gezdirdiği anları anımsayacak ve bu defa eğlenmeyeceğim. Sonra yatağımda olacak. Yüzümü öpmesine, canımı yakmasına, elimi tutmasına, tenimde günlerce taşıyacağım izler bırakmasına izin vereceğim. O zevkten dudaklarını ısıracak, ben bir bar sandalyesinde olduğumu anımsayıp elimi üzerimden çekeceğim. Zaman gelecek. Barı terk edip, evine doğru ilerleyeceğim.

...

Çıktı evden, yürüyor. Bir toplu taşıma aracının gelip onu almasını bekliyor. Ben şoförün tepkisini umursamadan taksinin içinde bir sigara yakıyorum. Otobüsü geliyor, yola çıkıyoruz. Aynı anda iniyoruz ait olduğumuz araçlardan. Bu kadar yakınında olduğumu bilse ne yapardı acaba. Ama bilmiyor, hiçbir zaman bilmedi, ne bu kadar saplantılı olduğuma inanabilir, ne de neler yapabileceğime. Bir arkadaşımı bıçakladığımı duyduğunda önce korkup, sonra güler o. Ben de onunla beraber gülerim. Çünkü bazı gerçekler, bazı anlara dek ciddiye alınmamalıdır. Beni terk ederse onu öldüreceğimi söylediğim anlarda sarılır mesela, çünkü bazı şeyler ciddiye alınmayacak kadar korkunç gelir kulağa. Ciddiye almadığınız her şey, birgün karşınıza çıkar. Bunları bilmiyor, beş adım arkasında olduğumu bilmediği gibi. Şimdi beraber sahile gideceğiz, beklediği insanları orada bulamayacak, kayalıklara oturup beklemeye koyulacak, genç bir kız yanına oturup ona bir bira uzatacak, kızla tanışıp birasını yudumlayacak. Biraz muhabbetten ve biten biradan sonra kız yanından ayrılıp bana sokulacak, kıza birkaç banknot uzatıp göndereceğim. O neden ellerinin, bacaklarının uyuştuğunu merak edecek. Ben merakını gidermek için karşısına dikileceğim.

-Merhaba sevgilim.

-Anita?

Eğilip dudaklarına bir öpücük konduracağım. Önce itiraz edip, sonra boşverecek. Standart. Bu filmi daha önce de izlemiştik, değil mi?

Çaprazındaki kayaya geçip bağdaş kuruyorum. Elbise iyice açılıyor. Hoşuna giden bu görüntü onu sinirlendirirdi. Çünkü ezberlediklerine göre yaşıyor, çünkü insanların bakışları onun için çok önemli. Oysa şimdi tek kelime bile edemeyecek. Bu dudaklarıma küçük bir gülümseme yerleştiriyor.

-Nasılsın sevgilim?


-Ne sevgilisi Anita? Ne arıyorsun burada?

-Çocuk olduğun ve gerizekalı olduğun konusunda şüphelerimi zaten silmiştim, ancak bir rekora doğru da ilerliyorsun.

-Of, kalkıyorum ben.

Ve kalkamıyor. Elleri onun değil artık, bacakları onun değil. Süreci boşuna uzatıyor, dili ve dudakları uyuşana kadar biraz sohbet etmek istiyorum. Tam bir gerizekalı.

-Zaman kaybediyoruz. Uzatmanın anlamı yok. Biraz sohbet edelim artık.

Benden kurtulmak için çığlık atması ihtimalini düşünüp korkuyorum. Sonra hatırlıyorum, o kadar salak ki, bunu kendine yediremeyecek ve gerçekten korktuğunda artık iş işten geçmiş olacak. Bir sigara yakıyorum.

-Bu kadar rahatsız olma. Biraz muhabbet sadece.


Gözlerinde kin var.

-Hadi ama bebeğim. Sadece eski zamanlardaki gibi. Sadece biraz zaman öldüreceğiz. Öldürmek demişken, bir insanda ölme arzusu yaratmak nasıl bir duygu?

-Ben bir şey yapmadım.

-Benden ayrıldın.

-Alış buna.

-Ahah. Salak. Bunun sevgiyle ya da aşkla alakası yok. Bunun biraz insan olmakla alakası var. Nasıl yaşadığımı biliyordun. Nasıl zor dengede durduğumu ve senden güç aldığımı. Bir obje olduğunu biliyordun, bir totem olduğunu, bir ilaç olduğunu, bunun seninle alakası olmadığını, bunun benimle alakası olduğunu, sana o rolü benim verdiğimi, istifanın nelere sebep olabileceğini. Hepsini.

-Anita.

-Sus. Doktorum inanma sorunum olduğunu söylüyor. Bir çocuk kadar inançlı olduğumu, her şeyi gördüğüm gibi kabul ettiğimi, bir şey kırmızıyım diyorsa kırmızı sandığımı, verilen sözleri geçerli saydığımı, ancak tüm bu tehlikeyi bir de sürekli güvensizlik hissiyle iyice çekilmez kıldığımı. Bana seni üzmeyeceğim dedin. Bana gitme dedin. Ve gittin. Bunu ödeyeceksin.

-Anita, gitmek istiyorum.

Sesi o kadar kısık ki, ben bile zor duyuyorum. Çok zor konuşuyor. Etrafta insan yok. Çok ileride bir grup genç şarkı söylüyor. Ölse, kimse duymayacak. Bu bana zevk veriyor. Gözlerim sağ diz kapağımdaki yara kabuğuna takılıyor. Son krizimin hediyesi. Krizlerse, ondan bana armağan.

Sadistler ve mazoşistler, acıyı zevke dönüştürmeyi bilirler. Kabuk tutmaya başlayan yaraya bakıyor ve bunu düşünüyorum sadece. Sonra gülmeye başlıyorum. Nefes almadan, kahkahalarla gülmeye başlıyorum. Titreyerek bakıyor bana.

-Anita...

-Sus bebeğim. Sus.


Bir sigara daha yakıyorum. Dumanı yüzüne üflüyorum. Gözleri neden ıslak? Ya dumandan ya da anladı. İkisi de beni eğlendirir. Önemsemiyorum.

-Neden sessizliğimi normal saydın? Beni son gördüğün anı hatırla. Bir hastanenin bir odasında titreyerek ağladığım anı hatırla. Yediğim iğneleri ve duyamadığın o ambulans sirenlerini. Beni o barda, her şeyin başında bırakışını. Sence bunlar sindireceğim şeyler miydi? Nasıl normal buldun sessizliğimi, uzakta ve yok halimi? Sen beni hiç mi tanımadın? Sen içimdeki kini hiç mi bilmedin? Düşmanlığımı bu kadar sessiz mi sandın? Buna nasıl ihtimal verebildin? Aşk sandığım duyguların aşk olmadığını artık biliyorum, doktor bundan sıkça söz ediyor. Bunların sadece psikolojik kaçış yöntemlerim olduğunu anlatıyor. Benim için biradan farkın yokken, kendine nasıl bu hakkı verebildin? Ve tekrar ediyorum, nasıl bu kadar normal sayabildin sessizliğimi? Nasıl bu kadar aptal olabildin?

- ...


Artık cevap veremiyor. Sadece mavi gözlerinden biraz deniz suyu akıyor. Eğilip öpüyorum tuzlu suların aktığı yanaklarını. 

-Artık seni sevmiyorum. Artık seni sevdiğim yanılgısından kurtuldum. Sadece, hiçbir şey yanına kalmaz insanların. Hiçbir zaman. Keşke bunu önceden kestirebilseydin.

Bazı kusurlar, işe yarayabiliyor. Yüzme bilmemesinden hoşlanmıyordum, ilk tatilimizde ona yüzme öğretmeyi planlıyordum. Şimdiyse bu işimi kolaylaştırıyor. Zaten uyuşuk olan bedenini, istese bile kullanamayacağını bilmek...

-Hoşçakal sevgilim. Ha bir de, "Benden nefret etme, olur mu?". Ahah!

Arkasına geçip sımsıkı sarılıyorum ona. Boynuna bir öpücük konduruyorum. Boğazından ince bir hırıltı yükseliyor. Sırtından tüm gücümle itiyorum. Denizle buluşuyor.

Ayağa kalkıp bir sigara yakıyorum. Mezarının yanında bir sigara tüketiyorum, yavaş yavaş. Soğuk bir rüzgâr esiyor. Güzel bir şarkıyı mırıldanarak, yürümeye başlıyorum.

-If i die tomorrow, i'd be allright. Because i believe that after we're gone, the spirit carries on.



Anita
30.06.2011
İstanbul


3 yorum:

Adsız dedi ki...

Bisu uzun aradan sonra bi yazını okudum yeteneğinden hiç bişi kaybetmemeişin devam bebek hep böyle. Beğedim efendim yazınızı.
Sevar

Anita Taylor dedi ki...

Teşekkürler Sevar'ım. Sevindim.

Adsız dedi ki...

Υour report offers pгoven neсessaгу to
mysеlf. It’s extremеly informatіvе and you're certainly really well-informed in this field. You have got exposed my own face for you to different opinion of this topic using intriguing, notable and sound content.

Also visit my website: viagra