5 Ağustos 2011 Cuma

red & hot & chili peppers




Bazı şeyler çok enteresan.

Şimdi böyle, kafayı yordukça daha garip hale gelen şeylerden söz ediyorum. Mesela az evvel mutfakta kırmızı biber doğrarken hatırladım. Aşıktım, minik evimin minik mutfağında salata yapıyordum o "Ne güzel olmuş!" desin diye. Belime sarılmış, konuşup duruyordu. Ağzına elimdeki biber dilimlerinden birini sokuşturup gülmüştüm. Gülmüştük. Yani şimdi mutfağa annem gelse, tahminen ağzına biber sokuşturmam. Bunu yapsam bile çok güleceğimizi sanmıyorum. Halbuki eylem aynı eylem. Ama aşk garip bir şey. Ayrılıklar da öyle. Sonra her şeyin eşit olamamaktan kaynaklandığını fark ettim. Sen karşındaki adamı çok seviyorsun mesela, aşık olmuşsun. Diyorsun ki ben bu adama salata yapmak, bu adamla sevişmek, okuduğum kitapları önermek, saçma şeylere gülmek, tüm bunları sonsuz kılmak, parmağımda bir yüzük taşımak, ondan ufak bebekler doğurup gülümsemeleri babalarına benzediği için sevinmek, 65 yaşıma geldiğimde buruşuk ellerini tutarken hala aynı huzuru hissetmek istiyorum. Mesela o da seni seviyor. Ama o kadar değil. O yaptığın salatayı yemek, seninle sevişmek, şakalarına gülmek, kitaplığını kurcalamak istiyor. O da seni o kadar seviyor işte. Sonra ikiniz de farkında olmadan kıyaslıyorsunuz sevgilerinizi. Sen üzülüyorsun. O ise senin hayallerinin onda karşılığı olmamasından ötürü ufak adımlarla uzaklaşıyor, sınır koyuyor. Ya da "Ben gidiyorum, hayatta başarılar, benden nefret etme." filan diyerek kaçıyor direkt. Sonra sen biber doğrarken bunu düşünüyorsun. Sence de çok saçma değil mi?

Hem mesela, ayrılık sonrası muhabbetler de çok komik. Tabi bu karşındaki şahsın insaniyetiyle de alakalı bir şey. Adam gitmek istiyor sen o kadar rahatken. Bünyen bu durumdan çok hoşlanmıyor, bir ambulans seni acile taşıyor. Sırf belki geldiğinde kesilir lanet kasılmalar diye adamı çağırtıyorsun. Bu defa bedenin çılgın atmaya başlıyor. Adamı çıkartıyorlar oradan. Sonra zaman geçiyor, bundan bile utanıyorsun. Çünkü karşındakinin insanlığına olan güvenin o kadar azalmış ki, bunu bile neye yoracağından emin değilsin. Bedenin sana ihanet etti diye ve o bir insan değil diye oturup kendinden nefret ediyorsun bir süre. Sonra o da geçiyor. Bu defa insanlar başlıyor. "Kaç gün oldu neden hala umursuyorsun?" diyorlar karşına geçip. Tamam da, onun bir süreci vardı. O kendi içinde bunu istemediğine karar vermişti, zamanı gelince bunu bir şekilde belirtti ve gitti. Benim o süreci yaşamam neden garip bulunuyor? Biri "Bitti." dediğinde hiçbir şey hissetmemiş gibi devam edemezsin ki. O cümleleri kurmaya başladığı ana kadar senin aşık olduğun, akşam sevişeceğini sandığın, yüzüne bakarken "Gözleri ne kadar güzel yahu" diye iç geçirdiğin adamdı. Bunu artık istemediğini hissedebilmek için zaman ihtiyacın olması kadar doğal ne var? Nefret bambaşka bir konunun başlığı. Şunlara rağmen o adamdan nefret edemiyorsan, hastasın zaten. Ama nefretine rağmen alışmak zaman alıyorsa, bunda ne gibi bir problem olabilir ki?

Bi' de bilinmezlikler var. Yani şuraya yazı yazarken "Ya tesadüfen açıp görürse?" diye düşünmenin yarattığı gerginlik. Sonra bunun olmayacağını bilmenin verdiği rahatlık. Sonra yine "Ya" ile başlayıp "?" ile biten binlerce cümle. İnsanoğlu yanlış anlaşılmaktan nasıl da korkuyor. Zaten bitmiş. Zaten sevmiyorsun. Sadece o zamanki mutluluğunu arıyorsun. Ki merhaba majör depresyon, mutlu zamanlarını araman kadar normal ne olabilir? Mutluluğu doğuran ne olursa olsun, mevzu o değil ki.  Tüm bunlar bazen çıldırtıcı hale gelebiliyor. Oysa ne önemi var. Hepsi ama hepsi çok lüzumsuz.

Benim zaten aşkı anlamakta problemim var. Bu aşikar. Nasıl her aşık olduğunda bu ilk defaymış gibi hissedebiliyorsun ki? Nasıl şimdiki zamanda mevcut olan en gerçek geliyor? Ayrılık acısı da aynı. Nasıl ilk defa bunu yaşıyor gibi olabiliyor insan ve bir daha aşık olamayacağını sanıyor? Daha önceden bunu tecrübe ettiğin halde "Bu aynı değil." diyorsun inatla. Aynı işte, belki biraz daha fazlası, belki biraz daha azı. Ama aynı renk, aynı etki, aynı gidişat. Belki bir hafta sonra belki beş ay sonra aşık olacaksın ve bu en gerçek, en dolu olanıymış gibi gelecek. O zaman acı niye? Bile bile yani? Her şey an az bir sivrisinek kadar anlamsız ve sıkıcı. 

Neyse ki şunları huzurla düşünebildiğim günlere ulaştım. Göz yaşından ziyade, şaşkınlık efektleri doğuruyor bunları düşünmek. Birkaç ay önce bu hayata artık nasıl devam edebileceğimi bilmiyordum. Şimdiyse saçma sapan şeylere kafa yorup sonra boşvererek turuncu ojelerle tırnaklarımı süslüyorum. Gerçekten de insanoğlu garip.

Ama kırmızı biberler iyidir.



Anita
05.08.2011
Edirne

Hiç yorum yok: