17 Haziran 2011 Cuma

Polen, İzmit, Anne, Ataksal hedeler, Komiklikler, Şakalar Dolu Bir Günce



Okumaya üşenebilecek olanlar için, yazının özeti şu üstteki resimdir a dostlar. İşi gücü olmayıp da detaya inmek isteyenler içinse uzun uzun anlatacağım zaten.

Son havadisler intihar planları ve panik ataklarla süslenmiş felaket günlerdendi, evet. Ardından da bir türlü yazmaya başlayamadım çok kereler niyetlensem de, şimdiye kısmetmiş.

Öncelikle, o rezil haftamda geldiği için üzüldüğüm bir Polen var idi ki, benim için dünyalara eş değerdir. Hep sızlandım "Ne yanlış zamanda geldin ah.." diye. Sonra fark ettim ki, daha doğru bir zaman olamazmış. Her gözüm daldığında, her gözüm dolduğunda, her dudaklarım titrediğinde ve her iç çekişimde daha başlamadan elimi tutmasaydı, belki çok daha farklı olurdu. Ama vardı, sürekli bir şeylerle meşgulduk. Geze toza doldurduk bir haftayı, arada ağladığım anları, panik atak krizlerini yok saydık, inadına gezdik, tozduk, dağıttık.


Mume'de taze nohut kafası..


Merhaba Beyoğlu!


Moda sahillerinde bekliyorum!


Rakı candır tabii!


Biraz Pendor, biraz Mono, biraz sarhoş saçmalaması! Dönüşte sarhoş catwalkum da es geçilmemeli!

***

Akabinde, birkaç tane de hastahane gerektirmeyen krizle kapattık haftayı. Akabinde Polen'imi uğurlama zamanım geldi. Aynı gün ben de İzmit'e doğru yollandım. Zira bir yıldır göremediğim güzel kızım Sandy'nin iki aylık yavruları vardı ve onları görmek için de atlayıp gitmem gerekiyordu. Planımı programımı yaptım ve düştüm İzmit yollarına.


Önce Sabiha Gökçen, sonra İzmit!

Atladım gittim dediğim gibi. Kızıma annelik pek yakışmış, yanına yavrusu geldiğinde fellik fellik kaçıyor maşallah. Yavrular 'süte hücuum!' derdinde, Sandy memelerini de alıp kaçma peşinde. İnanılmaz tatlılar. Doyamadım resmen.






Genel olarak huzurlu İzmit günleri geçirdim, minicik bir gerginlik anında bile kriz geçirebildiğimi gördüm ki İzmit'te de yamulmadım demem artık. Bir şekilde geçti gitti. Döndüm İstanbul semalarına yine.

Sonra bir haftada bir orospu çocuğunu nasıl keşfedersiniz temalı bir hızlandırılmış kursa gittim. Pek mühim değil. Sadece, insan dediğin cidden iğrenç bir varlık. Onun dışında biraz aile kokusu lazımdı bana, attım kendimi amcamın evine, kuzenimin oyuncaklarının arasına.



Sonrasında çok, çok uzaklardan Orçin geldi. Neredeyse bir seneden fazladır kurduğumuz KFC hayalimizi gerçekleştirdik. Sonra Mume aktı. Ekin de vardı. 'İkiiiii master, biiiir ovaaada' türküleri, kırmızı halıdaki alkışlı yürüyüşlerim, 'Habibu', 'Külbastı' ve sarhoşluğumdan istifade enfes keklenişimle leziz bir akşamdı. Yaşasınlar olsun! Bunlar da Orçin'in kamerasından akanlar.
















Esnaf lokantasında bir pinup temasıyla tamamladığımız gecenin ardından, misafirlerim geldi taa İzmir'lerden. Şubat civarları bir güncemde söz etmiştim, Yenikapı Tiyatrosu'ndan sevgili dostum Nazlı konuk oldu yine bana tiyatrodan bir başka güzel arkadaşıyla. Yorgunluğumuzu paylaştık, fazlasına gerek yoktu zaten.

Ertesi gece, 7 Haziran içmek istedim yine. Attım kendimi Mume'ye. Biraz içtim, dergi okudum. Sonra Ekin geldi. Biraz da onla içtim. Duygusuz, plastik bir bebek gibi oturdum ve içtim. İyi ya da kötü hissetmeden içtim. Sonra beynim acımaya başladı. Mutsuzluk değil. Sadece, yanlış bir şeyler var hissi. Delirme hissi. Aklımı yitirmekten ölesiye korkmak ve bu yolda ilerlediğimi farkediyor olmak. Acısından ağladım. Mutsuzluktan değil. Anlatamamaktan ağladım. Hissettim, bir şeyler olacak. Caddeye gidelim ki hep geldiğim yerde rezil olmayayım dedim. Caddeye çıktığımız gibi oturdum. Oturduğum gibi nefes alışım bozuldu. Çığlıklar başladı. Titremeler başladı. Saçlarımı yolmaya başladı ellerim. Bacaklarım yerde sarsılmaya başladı. Ayak bileğim kanadı zemine sürtmekten. Tanımadığım kızlar yüzümü ıslattı. Tanımadığım bir adam sarıldı bana. Ekin ambulansı aradı. Saçımdaki çubuklar yerlere saçıldı. Mutluluk bilekliğim sımsıkı avucumun içinde. Çığlık çığlığa. Sarsıla sarsıla. Ambulans. Ambulansa binerken ayağımdan düşen topuklu ayakkabım. Sindirella ve panik atak. Sedye. Ağzıma dayanan bez. Ciğerime kadar yandım. Dudaklarım yandı. Burnum yandı. Geçen sefer böyle bir şey yoktu. Çığlık. Ambulanstaki kadınlardan biri sürekli seviyor yüzümü. Diğeri ağzıma oksijen dalgasını dayıyor. Zaten nefes aldığımı hissedemezken iyice tıkanıyorum. Ambulans duruyor. Şişli. Hastane. Sedye. İniyoruz. Doktor. Dil üstü hapı. İki sakinleştirici iğne. Sonradan giydirilen ayakkabılarım. Taksi. Ekin'in evi. Uyku.

**

Sonrasına geçmeden önce bir derlemeyle kafa dağıtayım, başlığımız; Ne dediler?


"Valla fıstık bir gün delireceğinden emindim ama ben 18inde filan olur sanıyordum. Sen yine iyi tuttun yani, helal, şaşırttın bizi. Takdir ediyorum." 

-Amcam
"Ya zaten normal değildin de, sağlam delirdin sen ya. Şık delirdin yani. Bu kadarını beklemiyordum. Güzel delirdin hani. Çok seksi oldu." 

-Eski bi sevgilim
"Bakırköyle uğraşma, çrş sabahı özel x hastanesinde x doktora randevu aldım. Bi görüş, geçmişler olsun." 

-Babam

***
Derlememden de anlaşılacağı üzere babamın ayarladığı doktora gittim ertesi gün. Sırf depresyon, panik atak değil bin türlü bilmediğimiz sorunum var imiş. Ben ağladım. Doktor Xanax'ı, Risperdal'i, Cipralex'i dayadı, alkolu ve erkekleri yasakladı. Tekrar görüşmek üzere ayrıldık. Ailemle zaman geçirmem tavsiyesi üzerine annemi çağırdım. Dört yıl sonra annem ilk kez evime, ziyaretime geldi. Anneler enfes varlıklar, enfes yemekler yapıyorlar, saçlarınızı okşuyorlar, siz söylemeden anlıyorlar, sizinle beraber sövüyorlar, sizi karşılıksız seviyorlar ve bir şekilde iyi ediyorlar.. İlaçların da etkisiyle birleşince, enfes bir hale getirdi bu beni.



Ah ne can o...



Aslında her şeyin özeti, ama geçecek. Ama geçiyor. Çünkü anne korur. Çünkü anne, her şeyi yapar ve iyi eder. Çünkü annenin kokusu, sesi bile yeter. Çünkü yabancı olan herkesten zarar gelebilir kızına ama anne sarıldı mı, bilir ki kimse yanaşamaz artık. Güvenli bir bölge yaratır ve artık kimsenin yaklaşmaya cesareti kalmaz. Ve süreç başlar, ve kız ağlar, ve anne sarılır, ve her şey silinir, zamanla.


Ah aşk..

Sonrasında, vazifesini tamamlayıp döndü annem de. Beni hiç yalnız bırakmayan dostlarımın kollarına düştüm ben de yine. Kötü dönemler çok önemli aslında. Ben ölürken, ben acıdan kıvranırken, ben hastahanelerde, ben barlarda, ben evin zemininde sürünürken aramayan kaç yıllık dostlar (!) ve her gün hal hatır soran, her fırsatta yanımda olan, elinden geleni ardına koymayanlar... Dost kara günde belli olur diyen atamız hangisiyse göstersinler, mezarına gül filan koyacağım.

Sınavlar da başladı bir yandan. Dün sabahın altısına kadar D grubu ressamların seceresini ezberleyip, altı sularında sızarak sınavı kaçıran da benim, evet. Olsun. İlaçlar öyle leziz şeyler ki, istesen de umursayamıyor, üzülemiyorsun. Bu leziz. Bunun dışında, iyiyim, hoşum. Hilal'deyim. Miraç'lı, Hilal'li, Ozan'lı sakin bir akşam, bir köşede blogu donatıyorum ben de. Her şey yolunda. Zira midem haplarla, çevrem güzel insanlarla dolu.

Böyleken böyle işte. Şimdilik gidiyorum. Yine uğrayacağım. Öpüyorum.



Anita
17.062011
01.10
İstanbul

Hiç yorum yok: