10 Kasım 2012 Cumartesi

fragile and free




bi' keresinde beraber yürümüştük. yürümüştük çünkü bi' yere varmak istiyorduk. elini tutmuştum. diğer elimin bahtına, bi' dal sigara düşmüştü. fonda müzik yoktu, çünkü bu bi' film sahnesi değildi. ama ben o zamanlar hayat ile filmler arasındaki farkı bilmiyordum. işte bi' de hayal kurmak hep güzeldi ya hani, inanmakta da üstüme yoktu filan. işte neyse. biz bi' keresinde beraber yürümüştük. hiçbir yere varmayan bir yolda, el ele üşümüştük. sen bir şeyler anlatmıştın, ben de dinlemiştim. çünkü ben o sıralar sanıyordum ki dünyaya seni dinlemek için gelmişim. annemi dinleseydim, o eli bıraksaydım oracıkta, o yolu tek başıma, tersine yürüseydim.. ama işte bütün yirmi üç yaşındaki aşık kadınlar gibi, annemi dinlememiştim. sen de benim burnumu öpmüştün. burnum biraz kırmızıydı, hava biraz soğuktu. içim ama sıcacık. çünkü en azından aşık olduğunda, otomatikman salak sıfatı da ekleniyordu adının başına. bu iyi bi' şeydi çünkü mesela salak olduğunda anlamıyordun, görmüyordun, inanıyordun ve mutluydun. yani biri sana onun bir gün gideceğini söylediğinde, kahkaha filan atıyordun. ben böyle seni dinledikçe keyifleniyordum ve biz saatlerin, günlerin, ayların üzerinde dolaşıyorduk. benim için sıkıntı yoktu çünkü bir şeyin sonsuz olacağını var saydığında, her şey daha farklı hissettiriyordu. daha önemli işlerim yoktu. daha önemli işlerimi mavi bir poşete doldurup çöpe atmıştım. sonra senin elini tutup, seninle bir yola çıkmıştım. biz seninle o yolda beraber yürümüştük ve sen bana ömür boyu hafızamda yer edecek bir sürü anlamsız şey anlatmıştın. sonra bir şarkı söylemiştin ki benim ruhum içime sığmaz hale gelmişti çünkü aşık olduğun adam sana bir şarkı söylediğinde olan şey buydu. bunun üzerine biz seninle yolun kenarındaki, küçük bir çekyatın üzerinde sevişivermiştik öylece. ben demiştim ki sanırım öldüm ama ölmemiştim çünkü hala nefes alıyordum ve sen bana bakıp gülümsüyordun ve gözlerin öyle bir kısılıyordu ki mavisi üzerime aksa şaşırmayacak haldeydim. hadi bari evlenelim demiştim çünkü bir şeyler fazla güzel olunca insan bir şeyler yapmazsa ölecek hastalığına yakalanıyordu. hadi bari evlenelim demiştin çünkü yatakta ve savaşta her şey mübahtı. ama o bir yatak değil bir çekyattı, ben normal değil kördüm ve sen boşverip geçemeyeceğim kadar güzeldin. biz de giyinip yürümeye devam etmiştik. biz seninle o yolda yürürken, ben çantamda çok güzel şarkılar taşıyordum bizim için. gömleğine şiirler yazıyordum. bacaklarıma bir şeyler çiziyordun sen mesela, ben dünyanın en şanslı tuvali oluyordum. acıksak mola veriyorduk hemen, çünkü makarnadan bol bir şey yoktu. susasam, suyu ağzından içiyordum çünkü sana değen her şey anlam kazanıyordu. biz seninle o yolu, hiç bitmeyecekmiş gibi yürüyorduk.. ben yorulunca omzuna almıştın mesela sen beni. ben yorulunca omzunda kahkahalar atmıştım. işte öyle inanmıştım ki, o omuz hep benim sanmıştım. sanmıştım ama yanılmıştım çünkü o yolun bir sonu vardı. ben o yolun sonunda, bir elim boşta kalmıştım. bir elimin bahtına bir dal sigara düşmüştü, burnum üşümüştü, ben biraz üzülmüştüm. annemi dinlesem, böyle olmazdı. o yolu dönerken bir başıma, hep bunu düşünmüştüm.



anita
10.11.12


Hiç yorum yok: