Colombia Üniversitesi öğrencisi Emma Sulkowicz, okul arkadaşı Paul tarafından yurt odasında tecavüze uğradığında ikinci sınıftaydı. Emma’nın ağzından dökülen “Hayır!” çığlıklarının ve yanaklarını kaplayan yaşların Paul için herhangi bir önemi yoktu. Hem daha önce sevişmemişler miydi sanki? Bunca yaygaranın amacı neydi? Biraz daha rahat dursa her şey daha kolay olabilirdi. Gerçi bunun da zevki başkaydı sanki. Paul saldırısının ardından pantolonunu giydi. Kemerini takıp saçlarına çeki düzen verdi. Emma’dan çaldığı huzur ve güven duygusunun yerine korku ve mutsuzluk tohumları ekip Emma’yı yatağın üzerinde bırakarak odadan ayrıldı. Böyle şeyler olurdu hem, ne de olsa kadınlar utanır, anlatmazlardı.
Fakat Emma’nın utancı ve sessizliği çok uzun sürmeyecekti.
“Büyük
bir duygusal travmaydı. Yaşadığım şeyin peşine düşecek gücüm yoktu. Ardından
aynı kişi tarafından tecavüze uğrayan iki kadın öğrenciyle tanıştım…” diyecekti
Emma Sulkowicz gazetecilerin “Neden olayın hemen üzerine şikayetçi olmadınız?”
sorusuna cevap olarak. Emma olayı okul yönetimine taşımaya karar verdiğinde,
adaleti sağlamanın o kadar kolay olmadığını anlayacaktı. Diğer iki öğrencinin
de şikayetlerine rağmen, okul idaresi yeterli kanıt olmadığı gerekçesiyle
davayı kapattığında Emma korkunç gerçekle bir kez daha yüzleşmek zorunda kaldı,
tecavüzcüsüyle aynı kampüsü paylaşacaktı. Bu da her gün odasından çıkmaya
korkacağı, ona benzeyen birini gördüğünde bile tedirgin olacağı anlamına
geliyordu.
Emma okul idaresinin
umursamazlığına yanıtını bitirme tezi ile verdi. Yatak Performansı / Yükünü
Taşı adlı performans sanatı aracılığıyla omuzlarındaki yükü görünür hale
getiren Emma’nın projesi, aynı zamanda bir protesto niteliği taşıyor. Projenin
kurallarına göre, Emma kampüs içerisinde olduğu her dakika, yatağını yanında
taşımak zorunda. Kampüsten çıktığı zamanlarda yatağı güvenli bir yere bırakması
ve kampüse döndüğünde ilk iş yatağı tekrar sırtlanması gerekiyor. Taşıma
konusunda insanlardan yardım istemesi yasak, ancak gelen yardım tekliflerini
kabul etmekte özgür. Proje, tecavüzcüsü okuldan atılana ya da Emma okuldan
mezun olana dek sürecek. Aktivist bir altyapısı bulunmayan Emma, cinsel taciz
politikalarına karşı kişisel tepkisini ortaya koyarken, sessiz bir direniş
sergiliyor. Tecavüz kültürünü besleyen mitleri yıkma amacı taşıyan bu
performans, beyaz küpe hapsolmadığı için kamusal bir nitelik taşıyor. Bu yılın
en önemli sanat olaylarından biri olarak değerlendirilen projeye diğer
öğrencilerin gösterdiği ilgi de zamanla artış göstermekte. Böylelikle yardım
teklifleri çoğalıyor ve performans, kolektif bir hal alıyor. Sürekli olarak
varlığını koruyan yükü simgeleyen yatak, Emma’nın cesaretinin de bir
göstergesi. “Yataklar yatak odalarımıza aittir. Güvenli, özel alanlarımıza. Ve
ben şimdi, özelimi insanlarla paylaşıyorum.” diyor genç kadın bir dergiye
verdiği röportajında.
Emma okul idaresinin
umursamazlığına yanıtını bitirme tezi ile verdi. Yatak Performansı / Yükünü
Taşı adlı performans sanatı aracılığıyla omuzlarındaki yükü görünür hale
getiren Emma’nın projesi, aynı zamanda bir protesto niteliği taşıyor. Projenin
kurallarına göre, Emma kampüs içerisinde olduğu her dakika, yatağını yanında
taşımak zorunda. Kampüsten çıktığı zamanlarda yatağı güvenli bir yere bırakması
ve kampüse döndüğünde ilk iş yatağı tekrar sırtlanması gerekiyor. Taşıma
konusunda insanlardan yardım istemesi yasak, ancak gelen yardım tekliflerini
kabul etmekte özgür. Proje, tecavüzcüsü okuldan atılana ya da Emma okuldan
mezun olana dek sürecek. Aktivist bir altyapısı bulunmayan Emma, cinsel taciz
politikalarına karşı kişisel tepkisini ortaya koyarken, sessiz bir direniş
sergiliyor. Tecavüz kültürünü besleyen mitleri yıkma amacı taşıyan bu
performans, beyaz küpe hapsolmadığı için kamusal bir nitelik taşıyor. Bu yılın
en önemli sanat olaylarından biri olarak değerlendirilen projeye diğer
öğrencilerin gösterdiği ilgi de zamanla artış göstermekte. Böylelikle yardım
teklifleri çoğalıyor ve performans, kolektif bir hal alıyor. Sürekli olarak
varlığını koruyan yükü simgeleyen yatak, Emma’nın cesaretinin de bir
göstergesi. “Yataklar yatak odalarımıza aittir. Güvenli, özel alanlarımıza. Ve
ben şimdi, özelimi insanlarla paylaşıyorum.” diyor genç kadın bir dergiye
verdiği röportajında.
Tecavüze uğrayan
kadınların bu durumu insanlara duyurması, zamanla yaygınlaşmakta. Yeni nesil
aktivistler artık kurban kelimesi yerine “survivor” ifadesini tercih ediyorlar
ve bu durumu görünür kılmanın öneminin altını çiziyorlar. Kadınların
tecrübelerinin gerçekliğini paylaşması, aynı durumu yaşayan diğer kadınlara da
yol göstermek, örnek olmak açısından son derece önem taşıyor. Emma’nın yaşadığı
durumun tek suçlusu tecavüzcüsü değil. Okul yönetimin tutumu, Emma’nın yaşadığı
travmanın daha da büyümesine sebep oluyor. Bu tutum, sadece tek bir okulun
taşıdığı bir kusur değil. Zira bu bir okul problemi değil, kültürel bir
problem. Her kolejde tecavüz kültürü bulunuyor. Okullarda her beş öğrenciden
birinin tecavüze uğradığı, fakat şikayetçi olsalar dahi davanın kanıt
yetersizliğinden dolayı kapatıldığı biliniyor. Bu durum, okulların imajlarını
öğrencilerin güvenliğinden daha önde tuttuğunu açıkça gözler önüne seriyor.
Okul için bu tip durumlar, öğrenci kaybına neden olmamasını ve medyaya
yansımamasını umdukları sıradan birer dosya niteliği taşıyor. Bir okula
girmenin bedeli %20 tecavüze uğrama ihtimali anlamına geliyor. “Hiçbir okul
bunların dile getirilmesini ve öğrenci kaybı yaşamayı istemiyor” diyor Dana
Bolger ve ekliyor: “Fakat biz onların en hassas yerlerine vuracağız,
itibarlarına!”
Bolger’in
işaret ettiği tekmeyi vurmanın birçok yolu olmakla beraber, beni en çok bu
tekmeyi sanat aracılığıyla atan kadınlar ve işleri etkiliyor. Sadece okul
yönetimleri değil, tecavüz kültürünü yaşatan, yeniden üreten ve koruyan tüm
otoritelerin, tüm sistemlerin bu tepkiyi görmesi ve sessizliğin bozulması
gerekiyor. Tepki, sanat formunda olduğunda izleyici, eser yoluyla sanatçının
tecrübesine dahil oluyor her defasında. Emma’nın yatağı hepimizin sırtında bir
yüke dönüşüyor örneğin. Tori Amos’un başından geçen tecavüz üzerine yazıp
seslendirdiği Me and a Gun’da, Tori her “Ben Barbados’u hiç görmedim, bu yüzden bundan kurtulmalıyım” dediğinde, sırtına
dayalı bir bıçak; tecavüze uğrayan bir kadını hayatta tutan sebebin ne kadar basit
ve çocuksu olabileceğini fark ediyoruz hepimiz utançla. Tracey Emin’in çalışmaları,
her seferinde başka bir perspektiften hatırlatıyor bize tecavüzü ve sebep
olduklarını. Nazan Öncel’in üvey babasının tecavüzleri üzerine yazdığı Demirden
Leblebi’yi dinliyor ve boğazımızdaki düğümle Nazan’ın şarkıyı yazma sebebini
anlattığı cümlelerini anımsıyoruz: “Ağzımda acı, zehirli bir tad vardı; ben de
tükürdüm…”
Birçok
şarkı, birçok perfomans, birçok resim, birçok kitap… Erkek egemen sistemin ve
tecavüz kültürünün yıkıldığı güne kadar, işte böyle güçlenecek kadınlar. İşte
böyle yırtıp atacaklar utanç perdesini ve bu kültürün üzerine tükürecekler
ağızlarındaki zehiri. Bir acıyı, göğüs gererek paylaşacaklar; paylaşacağız.
Olup biteni görünür kılmanın çaresi gözler önüne sermekse her şeyi, tüm
duvarları beraber yıkacağız.
Ben
inanıyorum, sessizliğimiz bir kenara bırakıp karşılarına dikildiğimizde
kazanacağız bu mücadeleyi ve güvenle yürüyeceğiz caddelerde.
Ve
inanıyorum; kadınlar güzel şarkılar yazacaklar bir gün, yatakların yeri
sırtımız değil evimiz olacak ve bahar dalları çizeceğiz tuvallere.
Anita Taylor (B.Y.)
Kasım 2014


3 yorum:
Tumunu okudum tebrik ederim yaziniza ve emeginize saglik :) ♡♥♡
Beğenmenize sevindim, çok teşekkürler. <3
elinize sağlık, ayrıca emmaya da hayran oldum.
Yorum Gönder