7 Ağustos 2020 Cuma

e7820

...yazamam çünkü kalbim kurumuş bir göl, ruhum artık meyve vermiyor ve ben bilmiyorum çiçek açmadan, ben bilmiyorum çiçeklerim solmadan yazmayı....


en son bunu yazmışım bir defterin satırlarına. neden yazmıyorsun'ların ağırlığını omzumdan atmak için. her şeye bir cevap vermek zorunda hissettiğim için. ve uzun süredir hiçbir şey hissetmediğim için.

öfkeden başka.


kendimi bildim bileli en yoğun yaşadığım his öfke olmalı. sisteme öfkeliyim. erkeklere öfkeliyim. kadınlara öfkeliyim. kendime öfkeliyim. arkadaşlara ve sevgililere, uykuya ve uyanıklığa, yalnızlığa ve kalabalıklara öfkeliyim. keşke olmasam. keşke ruhum bir deniz olsa, çarşaf gibi, kımıltısız.

çünkü ben bu kadar dalgayla başka nasıl savaşayım?


inanmaya çalıştığım her şey birbiriyle yarışır hızda şekil değiştiriyor. benim cebimde ama iyiydikler kalıyor, neden böyle oldular, ben neredeyimler, eskiye dönsemler, boğazımda görünmez bir ip izi, beni bunla, beni benle sınamayın diye bağırasım geliyor bu ıssız şehrin sokaklarında. dilimde hep bir yangın, hep bir ateş. sanki bir yerleri yaksam, sanki birilerini alevlere atsam her şey düzelecekmiş gibi. anlaşılamamaktan bunaldım. yanlış anlamaktan ve tek başıma ağlamaktan.


"beddua etme, döner seni bulur."

başka nasıl baş edilir bilmiyorum. o yüzden dilerim ki siz huzurumda yanın, ben elimde bir sigara keyifle izleyeyim.


uzun zamandır kişisel yaşantımda olup biten hiçbir şeye üzülmedim. ve hatta en son neye üzüldüğümü hatırlamıyorum. sadece kızdığımı, daraldığımı, nefret dolduğumu, hırslandığımı biliyorum. sadece öfkelendiğimde göz yaşı döküyorum. belki bir kez olsun kalbim kırıldı diyebilmek iyi gelirdi. ben bu duvarları beni güneşsiz bıraksınlar diye mi örmüşüm?


zihnim hep eskiyi arıyor. yıllar önceyi. on günün beşinde mutsuz olduğum, incinmelerle, inanmalarla, kanmalarla, kollarıma saplanan tırnaklarımla dolu olduğum yılları. en azından yaşadığımı biliyordum. en azından içip dağıtmak istediğimde hangi sokağa gideceğimi biliyordum. en azından kimin kapısını sabahın bir köründe çalsam sualsiz içeri alınacağımı biliyordum. en azından düzelsin diye ağlıyordum o zamanlar çünkü bir şeylerin değişeceğine inanıyordum. kabulleniş bitkisel hayata girmenin ilk adımı sanırım.

benim de olayım buymuş demek ki.


üretmeyi özlüyorum. heyecanlanmayı. kavga etmeyi. sarılmayı. şimdi devasa bir yokluklar zinciriyle sarmışlar beni, kolumu kımıldatamıyorum. zaten zincirler bahanesi artık, çözseler beni ne değişecek? şuradan şuraya atacak adımım kalmamış. edecek bir güzel sözüm, bir avuç inancım, bir nebze umudum kalmamış. mutsuz olayım diye edilen beddualar tutmadı. ola ola hissiz oldum.


beni bir sedyeye yatırıp uyutsunlar. beni uyutup zihnimde otuz bir senelik bir filmi baştan oynatsınlar. bildiğim acı sevdiğim acıdır. kucaklarım, gülümserim ve kalan ömrümü o ünitede, dünyadan kopmuş bir halde geçirebilirim. hayat avucuma çiçekler koyar sanmıştım. oysa her şey bombok.


şarkı da bana değil, ortaya. zira iyi ya da güzel değilim. benlik bir şey yok.



Hiç yorum yok: