11 Aralık 2011 Pazar

yangın









 Göreceğimi gördüm, ceplerimden taşan kırgınlıkla terk ediyorum kenti.


***


Çünkü bana yaptığının bir açıklaması yok. Yakaladığın her açığımda yere vurduğun bedenim kapılarını kapatsın istiyorum sana ve tüm bu olanlardan çıkarttığım bir ders olsun çantamda. Ama hayır. Özlemek, insanoğlunun en büyük ayıbı. Ve giysilerime, kırmızı birer A harfi dikmeye mecalim bile yok şu saniye.
Hangi ara boşalttılar şehri, bilmiyorum. Tüm sokaklarda, tüm birahanelerde, tüm deniz kıyılarında yalnızım. Hala eve girdiğimde kapıyı üç kere kilitliyorum arkamdan. Hala her beklenmedik gürültüde ecelimin geldiğini sanıyorum. Hala bir yerlerden çıkıp kendini affettireceğini umuyorum ama ümit etmek yaraya tuz basmaktan farksız sevgilim. Aşk, ladesten farksız.  Ki sen yürüyen bir ihanetsin sevgilim, kendime ettiğim, kendim bulduğum. Ben, hala vahiy bekler gibi, sesini duymayı bekliyorum. Belki bir "Seni özledim" ile ilan edebilirim peygamberliğimi, belki tek ihtiyacım biraz şefkattir dünyaya dinimi yayabilmek için. Kim bilir?


Ben bilmiyorum.


Banyoda suya sarılıyorum saatlerce. Mutfakta kahve yapıyorum. Sehpanın altına uzanıyorum salonda, geçene kadar orada yaşayabilirim sanıyorum. Bana hiçbir zaman yazmadığın aşk mektuplarını okuyorum birer birer. Doğuramadığım çocuklarımıza "Ben iyiyim, beni merak etmeyin." diyorum. Giderken bırakmadığın kokuna yaslıyorum yüzümü. Kavanozlarca reçelimiz var hala. Hala kapatması kolay, açması zor kapılarımız var. Hala senin sıkıldığın, benim bayıldığım şarkılarla doluyor ev günün her saati. Saçlarımı tarıyor ve seni özlemeyen bir kadın taklidi yapıyorum aynanın karşısında. Uyku içip, kabus kusuyorum günde iki kere. Günde üç kere ağlayıp, dört kere gülüyorum mesela. Gülmek bana yakışıyor, kimselerin göremediği gamzem seni özlüyor, seni özleyen her hücreme savaş açıyorum öyle zamanlarda.  Kaybettiğim toprakların ardından dökecek göz yaşım bile kalmamış zaten.


Ki bunların hiçbir önemi yok.


Dallarımdaki elmaları saydım dün gece. Uyumadan evvel kendime mutlu bir elma ağacının masalını anlattım. Tutamadığım ellerinin yerini boya kalemlerimle doldurdum sabah olunca. Çizdiğim her kadın biraz yarım kaldı. Çizdiğim her adamın yüzü seni andırdı. Adını seslendirdim, defalarca, defalarca, defalarca. Adın, şehrin boş sokaklarında duvarlara çarpa çarpa parçalandı. Beni kıran her şeyden kaçışım, senin benden kaçışınla noktalandı. Bunun ne kadar acı verdiğini anlayabiliyor musun? Bana ne yaptığını görebiliyor musun? Hayır, çünkü sen hiçbir şey bilmiyorsun. Çünkü sen, hiçbir şey hissetmiyorsun. Oysa olup biten her şey beni o kadar yordu ki, birilerinin benim yerime hissetmesine ihtiyacım var. Kalbin olsaydı, benim için ağlardın.


Ama bir kalbin yok.


Yangınından arta kalan her şeyi ve tüm kırgınlığımı bir çantaya doldurup kenti terk etmek isterdim sadece. Sadece arkamı dönüp yürüyebilmek, gözlerimi bizim hiç olmadığımız bir yere dikip gidebilmek. Oysa senden sonra, bacaklarım adım atmayı reddediyor, çantama sığmıyor kırgınlığım ve bu yangın sönmüyor. Sen şarkılar söylüyorsun benden uzakta, bir yerlerde.


Bana senden geriye, bomboş bir şehir kalıyor....








Anita
11.12.2011
İstanbul



2 yorum:

seda dedi ki...

"özlemek insanoğlunun en büyük ayıbı" ne kadar özenle seçilmiş kelimeler çok güzeldi...

Anita Taylor dedi ki...

Çok teşekkür ederim...