29 Nisan 2012 Pazar

never be the same again


Gözlerimin üstüne düşen saçlarımı kaldırıyor, kırmızı ojeli tırnakları olan ince, beyaz parmaklarım. Rüzgâr değiyor her yerime. Üşüyorsan, yalnızsın demektir. Ben, üşümüyorum. Ben, düşünmüyorum. Tenime saplamaya çalıştığın her bıçağa körüm. Attığın her çığlığa, savurduğun her küfre sağır. İzin vermezsem, boğamazsın beni hüzne. Hüzün, yıllar önce okuduğum bir kitabın 46 ve 47. sayfalarının arasında. Kurusun, anı olsun. Unutulsun. Bir sahafa satılsın, sigara paramı çıkarmak için, o kitabın içinde. Kim bulursa onun olsun. Kimse bulmazsa… Kimse bulmazsa bir şarkı söylerim. Geçer gider. Her şey geçiyor, biliyor musun? Sırtımdaki kırbaç izleri, kolumdaki faça izleri, düşlerimdeki kan izleri… Hepsi siliniyor yavaşça. Geriye kara bir boşluk kalıyor. Sonra bir yıldız kayıyor. Hepsi bu. Hepsi bundan ibaret.

But if he loves me, why does he leave? Cevabını aramıyorum artık soruların. İhanetlere kılıf biçmeye çalışmıyorum. Anlamlar giydirmeye lüzum yok annesi belli olmayan sözcüklere. Neden? Çünkü. Kalbimi su bastı. Islandım. Taş sektiriyorum o suda. Rakibim yok. Rakibim, benim. Yeniliyorum her defasında ve zafer benim her yarışta. Aynamın üzerine bir şarkının sözlerini karaladım, yarısı bitmiş kırmızı rujumla. Yüzümü göremiyorum artık. Saçlarım ne yöne kıvrılmış, kaç kirpiğim kalmış, dudaklarımın neresi çatlamış en çok, bilmiyorum. Ve umursamıyorum. Bir şarkı kadar önemi yok yüzümdeki çizgilerin. Meğer hayat bir fotoğraf karesiymiş. Ben, çerçevenin dışında kalmışım.

Işığa doğru üflüyorum dumanı. Ellerimden başka hiçbir yeri aydınlatmayan ışığa. Ellerim, çözülemeyen bir aşk cinayetini anlatan bir roman. Kaldığı sayfayı kıvırmış sahibi, bir daha açılmayacağını bilmeden. Unutmuş. Ellerim unutulmuş. Anlıyor musun? Sonunu merak eden olmamış. Sayfalarının kokusunu içine çeken çıkmamış hiç. Bir böceğin cinayetinde suç aleti olarak kullanılmış en fazla. Ellerim, hiçbir zaman çözemediğim bir aşk cinayetini anlatan bir roman. Satır aralarında en sevdiğim şarkının notaları. Kalbime söylediğim bir ninninin, son mısraları. Uyku tanrısıyla yeminliyiz. Hiç terk etmeyeceğiz birbirimizi. Saatler sürecek benim ona ibadetim ve ne zaman ihtiyacım olsa serpiştirecek büyüsünü göz kapaklarıma. Yastığıma kimsenin kokusu sinmiyor. Varlığını yanımda hissetmeyeli kaç kış geçti? Kaç kıştır değmiyor tenime nefesin? Kaç kıştır martıların çığlığını duymuyorum bana dokunduğunda? Yalan. Yalan söylüyor duvarlar. Benden kaçıyorlar. Buharlaşıyorlar her ihtiyacım olduğunda. İçine girebileceğim, içinde gizlenebileceğim bir küpe ihtiyacım var. Bir sandığa. Bir kilide. Denizin dibinde, cansız yatan bir anahtara. Gerçek bir terk edilişe ihtiyacım var son günlerde.

I hurt myself today, to see if i still feel. Dostlarımın bağışlamadığı günahlarım var. Beni germek için inşa ettikleri bir çarmıh. Oysa kan akmaz avuçlarımdan kaç çivi çakarlarsa çaksınlar. Günahım, aşktansa, arzudansa; ihanetim yolunu şaşırmış, küçük kırmızı bir balığın düşünde sayıkladığı üç beş sözcükten biriyse ve altını çizdiysem tüm ayrılıkların, hiçbir dost alamaz canımı. Günahım doğumumda başladı, biteceği noktayı ben seçeceğim. Son nefesimi ne zaman vereceğime, onlar değil, ben karar vereceğim. Daha bitmedi. Daha yeterince kirlenmedi ellerim. Daha yeterince düşman edinmedim. Kırdığım kalplerin sayısı, benim kalbimdeki çatlaklardan fazla değil henüz. Henüz, yeterince görmedim. Henüz yeterince ıslanmadı elmacık kemiklerimi kaplayan derim. Günü geldiğinde, bedenimi kendi çarmıhıma kendim gereceğim.

If i tell you, will you listen, will you stay? Susmak, günahların en temizi. Kendi suçumun gardiyanı olurum ben, yeterince sigaram var. Kanımla besleyecek değilim kimsenin ruhunu. Bana anlattığın masalların arasına gizlemişsin hep yalanlarını. Zehirli elmayı uzatan da senmişsin, büyükannemin kılığında beni bekleyen de. Cam ayakkabıyı giymemi engellemişsin hikâyenin bir yerlerinde. Sonsuza uyumamı sağlayan iğ, senin ellerinle bırakılmış odamın bir yerlerine. Ben sadece dinlemişim. Ben sadece, uyumadan önce sesini içime çekmek istemişim. Sen, saçlarımı okşarken günahını bırakmışsın derime. Bilememişim. Tutarken ellerimi ellerin, içime akan ruhun değil, zehrinmiş. Ben sadece, gözlerim kapalı kendimi teslim etmişim. Sana kendimden çok güvenerek, bıçağı ellerine veren, benmişim.

I feel the darkness, across my shoulder. Şimdi dönüp baktığımda, kirpiklerime takılıp kalmış bir kar tanesinden başka bir şey değilmiş hayat. Ve onu eritecek kadar ısınmasını beklemiş bedenimin, sona ermek için. Ecelim, tenimdeymiş. Göremeyeceğim kadar yakınımda. Bunu kulağıma fısıldayan serçenin uçtuğu gök kadar mavi olamamış hiç hayallerim. Hepsi, bu anı beklemiş. Herkes bu an için etmiş dualarını. Âminler yankılanmış boşluğumda, benim hiç duyamadığım. Aleve verirsem düşlerimi, eriyecekmiş kar tanesi, kapanacakmış gözlerim, uçacakmış ruhum hiç bilmediğim bir yerlere. Bunu anladığımda, son yudumuydu şarabımın. Ve şimdi kibrite uzanan ellerim, unuttuğun bir romandan ibaretti ancak. İşte, hepsi bu…



anita
2008

Hiç yorum yok: